• @bilalbagis
  • Tweets by ‎@bilalbagis

EcoPolitics Café

~ Economics, Politics, Travel, Miscellaneous… / Ekonomi, Politika, Gezi, Gündem…

EcoPolitics Café

Category Archives: Ekonomi

How the War in Ukraine Effects the Global Economy and Türkiye?

10 Saturday Sep 2022

Posted by biba in Ekonomi, enerji, finance, Uluslararasi iliskiler

≈ Leave a comment

This report analyzes the first six months of the crisis in Ukraine and the subsequent sanctions on the global economy. The war in Ukraine deeply affects not only the countries involved, but also the entire global economy and financial markets. While precious metals and food prices are on the rise, energy prices are at record highs. On the financial side, the War changes the global risk perceptions; it increases risk premiums, triggers a shift to safe havens and creates an upward pressure on global inflation.


The war in Ukraine has overall become a new testing ground for the global economy. It mitigates the post-pandemic global recovery. Concerns about energy and food security have also reached alarming levels. Globally, prices are testing new highs of the past few decades. Thus, the Ukraine War is exacerbating the negative effects of post-pandemic high inflation, the recent energy crisis and the commodity price increase trend.


On the other hand, considering the course of the war, it also seems like this showdown and strategy game between the West and Russia will continue for a long time. There are also increasing concerns that Russia is considering prolonging the war and the conflict in Ukraine, by using increasing pressures in commodity prices and inflation. The Ukraine War also serves as a shock that increases the costs of foreign dependency in food, energy and finance, and reminds one of the importance of having alternative energy sources.


For all these reasons, an energy crisis and stagflation on a global scale, as in the 1970s, seems inevitable. It is still unclear, though, how much growth and employment can be given up to fight inflation with the conventional methods. This would, indeed, be more difficult to accept, especially for developing countries that need more growth and job creation. As a matter of fact, during market interventions today, there is always a tradeoff between inflation and growth.


On the other hand, the multipolar view is also getting stronger. While China is increasing its influence in the Asia-Pacific; Russia is also trying to strengthen its dominance in Eurasia. To ensure this, China and Russia primarily strive to consolidate their sovereignty in their own spheres of influences. If the USA wants to remain the dominant power in the 21st century, it has to balance China and Russia in Asia. In fact, the West, led by the EU and the USA, is already isolating Russia from the global system. The Ukraine War also negatively affects international trade, especially the grain and energy supply chain. The Belt and Road Initiative (BRI), which China has launched as the project of the century, is also adversely affected by the war. After all, Ukraine is in a critical position on China’s trade routes reaching Europe.


International organizations such as the IMF, World Bank, OECD and UNCTAD have all lowered their global growth forecasts due to the war and post-war sanctions. Global inflation is expected to increase by a few percentage points this year, while global growth is expected to decline by at least one percent. The cost of the war to the global economy is already expected to exceed several trillion dollars. The Russian economy is expected to contract by 8-20 percent in 2022, according to the calculations of international institutions. The total cost of the war to the Ukrainian economy is estimated to be somewhere around 600 billion to 1 trillion dollars. As a matter of fact, as of May 3 this year, the physical damage (such as buildings and infrastructure) of the war alone is over $92 billion.


Another potential critical consequence is the effects of war and the resulting sanctions on neighboring countries such as Türkiye, with whom trade relations are intense. The repercussions of the war on the global economy and financial markets, especially on food and energy, may also have negative effects on Türkiye which is a close neighbor and one of the major commercial partners. However, Türkiye is also becoming an increasingly critical partner with its strategic location and increasing importance on the energy supply chain.


This report analyzes all these various aspects and potential negative effects of the crisis in Ukraine and the subsequent sanctions, during the first six months of the conflict.


Link of the report: https://setav.org/assets/uploads/2022/07/R199.pdf
Pages: 1-70
ISBN: 978-625-8322-09-5
Issued in July, 2022

Advertisement

Sosyal adalet, sosyal devlet ve adil düzen

16 Tuesday Jun 2020

Posted by biba in Ekonomi, Uluslararasi iliskiler

≈ Leave a comment

Tags

Adil Düzen, Refah Devleti, Sosyal Adalet, Sosyal Devlet

Batıda, kıta Avrupa’sı ile Anglo-Saxon dünyayı ve hatta İskandinav ülkelerini ayıran temel faktörlerin başında sosyal devlet anlayışı ve kapitalizmin okunma şekli gelir. Temel soru; şirket kapitalizmi mi devlet kapitalizmi mi egemen olacak? Sermaye, kimin elinde toplanacak? Kesin olan, gelir ve refahın herkese dağı(tı)lmayacağıdır!

Gelir ve servet eşitsizliklerinin kökenlerini, sermayenin gücünün nasıl gittikçe arttığını uzun bir geçmişe dayanan verilerle ortaya koyan nispeten yeni bir etkili yayın (Piketty), özellikle de batıda ciddi ses getirmişti. Ancak, herkes sadece ilgi duydu! Çözümün ucunun bize dokunabileceği ihtimali bile korkutucu! II. Dünya savaşı sonrası dönemde, reel ücretler ise, genel fiyat seviyesindeki artışlara rağmen genelde yerinde sayıyor (Acemoğlu). Bir başka akademik çalışma (Mian ve Sufi), eşitsizliklerin ve artan hane-halkı borçlarının, modern ekonomileri, tüm zamanların en büyük krizlerinden birine nasıl sürüklediğini mikro verilerle ortaya koydu. Neredeyse tüm ekonomilerde paraları basan (ve çoğu özel) merkez bankalarının (dolayısıyla da onlarla iş yapan kodamanların) gücü sürekli artıyor (El-Arian). Pek oralı olmuş sayılmayız! Küreselleşme de, sadece küçük bir zengin azınlığın servetine servet katıyor (Stiglitz ve Rodrik).

Modern vergi sistemlerinin zengini nasıl daha zengin; fakirleri nasıl daha fazla fakirleştirdiğini de öğrenme fırsatı oldu (Saez ve Zucman); ancak, siyasette, yeni dönemin ulusal politikalarına etki etme hayalleri daha başlamadan bitti (Warren ve Sanders). Evrensel temel gelir gibi radikal öneriler ise, en iyi ihtimalle referandumlardan (İsviçre) geri dönüyor.

Ulusal boyutlarda dahi, siyahiler ile sarılar; beyazlar ile kızıllar; kuzeyliler ile güneyliler; doğulular ile batılılar arasında sürekli artan eşitsizlikler ve adaletsizlikler, sadece akademik çalışmaların, Hollywood filmlerinin ve iyi okuyabilme ayrıcalığına sahip olmuş bir gurup elitin istihdam edildiği birkaç STK’nın raporunun konusu olarak kaldı. Genç ve tecrübesizler arasında işsizlik de aldı başını gidiyor.

Pek de adil olmayan; fazlasıyla tuhaf işleyen modern düzen süre-geldiği gibi devam ediyor…

Ne modern minimum ücret ne adil vergiler ne de sosyal destek programları; yaşam standartlarını bir bütün olarak yükseltebilme fırsatı sunamadı henüz. Petrol ve doğal kaynak zengini (Norveç, Katar ve BAE gibi) veya tüm dünyanın zenginlerinin bankacılığını yapan (İsviçre) birkaç ülke dışında, bu olumsuz gidişatı değiştirebilecek yeni bir modern enstrüman geliştirebilmiş bir ülkeden bahsetmek zor.

Mevcut istisnaların da, kaynağı ve ayrıcalıkları bitince, sonları çok farklı olmayacaktır. Onlar da, tüketimlerini borç ile finanse eden, borç yükü sürekli artan ve adım adım uçurumun ucuna doğru sürüklenen toplumlara (Minsky) katılacaklardır.

Dinlerin, maddiyattan uzaklaştırarak; mutluluğa ve iç huzura kavuşturabileceği argümanına sığınan Tibet bir istisna olabilmiştir belki de…

Dünyanın geri kalanında ise;

Sosyal veya ekonomik alanlarda fırsat eşitsizlikleri devam ediyor. Aynı birikime veya aynı imkânsızlıklara sahip iki bireyin, fırsatlara erişimleri noktasında okyanuslar kadar engin, Mariana çukuru kadar derin farklılıklar olduğu kesin!

Popüler BLM ve Wall Street’i işgal gibi hareketlere, yeni dönemde, belki de her güne biri denk gelecek şekilde, örneğin ‘rekabette fırsat eşitliği’, ‘eşit yaradılışa eşit fırsat’, ‘eşit emeğe eşit ödeme’, ‘eşit vatandaşlığa eşit hak’ gibi yeni küresel hareketler ile adil düzeni aramak gerekecek…

Aynı zaman zarfında;

Modern demokrasilerin beşiği ABD’de, Minnesota eyaletinin Minneapolis kentinde, (muhtemelen iyi bir avukat tutamayacak kadar düşük gelirli) 46 yaşındaki Afrikalı-Amerikalı George Floyd, adaleti ve güvenliği sağlamakla görevli; bunun için toplumun vergileri ile maaş alan bir polis memuru tarafından, herkesin gözü önünde, dakikalarca boynuna basılarak, boğularak öldürüldü.

Dünyanın öbür ucunda; 59 yaşındaki bir gazeteci (Kaşıkçı); 2018 yılında, evlilik işlemleri için gittiği kendi ülkesinin başkonsolosluğunda, tüm dünyanın gözleri önünde, özel bir ekip tarafından; cesedi dahi ortadan kaldırılarak öldürüldü, yok edildi.

Bu mikro örnekleri, 2014’teki Eric Garner ve 2012’deki Trayvon Martin cinayetleri ile uzatabilirsiniz…

İktidar ve güç hırsı, üstün kalabilme kaygısı, sermayeye hükmetmeye devam etme hevesi, fırsatlara sadece kendi aileleri veya ayrıcalıklı grupları hâkim olsun diye verilen savaş; gelir ve refahı paylaşmak zorunda kalma endişesi insanlığımızdan utandırıyor.

Onu iyi öğrendik!

Daha 1-2 yüzyıl öncesine kadar, dünyanın önemli bir bölümünde; sahipsiz, güçsüz kalmış ve bırakılmış insanların bedenleri, özgürlükleri, gelecekleri ve kaderleri kölelik sistemi ile ‘kurumsal ve yasal bir kimlik’ altında ve genel kabul ile ellerinden alınıyor; okyanus ötesinde veya eski kıtada sermayeyi yöneten elitlerin insafına ve tasarrufuna bırakılıyordu.

Entelektüel tartışmaların, günlük sohbetlerin, kültürel okumaların, kafe tartışmalarının, kanka atışmalarının, tatil yorumlarının; yeni tatil planlamaların ilk sıralarını süsleyen, tatillerde görmeye doyamadığımız, resimler çekerek sosyal medyamızı süslediğimiz, tişörtlerimize baskıladığımız; aksanımızı evirip-çevirerek öve öve bitiremediğimiz medeniyetin ve eserlerinin, şaşalı yapıların ve güzel şehirlerin hepsi, son birkaç bin yılda sömürülen, köleleştirilen, ötekileştirilen türdeşlerimizin emekleri, alin-terleri, cesetleri üzerine yükseltildi.

O kısmını konuşmak pek ilgimizi çekmiyor.  

Dahası,

4-5 yüzyıl önce Kızılderililerin; son 1-2 yüzyılda Afrikalıların tekrar sömürülmelerine, topraklarından edilmelerine umursamaz kaldık!

Suriye ve Myanmar’daki fakir Müslümanların son 10 yılda tanık olduğumuz dramları, birçok ülkede sadece bir göç sorunu olarak gündeme gelebiliyor…. İşlerinin elinden alınacağı korkusu, pastayı ve geliri paylaşmak zorunda kalma endişesi Hindistan’da, Yunanistan’da veya Macaristan’da insanlığımızdan utandırdı.

Üç dinin kutsal kenti Kudüs’te, Filistin’in geri kalanında veya Israil devlet sınırları içinde;

Para ile toprak satın alarak ve askeri güç ile topraklarını sürekli genişleten İsrail vatandaşları ile henüz geçerli bir vatandaşlığa sahip olamayan, zeytincilik gibi tarım ürünlerinde veya Coca-Cola fabrikalarında çalışmak dışında çıkış yolu ve ekonomik gücü olmayan Filistinliler on-yıllardır haksız bir rekabet içinde.

Dünyanın bir başka ülkesinde,

Kutsalları ve ulusal değerleri şahsi mülkümüz olarak sahiplenmek yetmiyor; onun verdiği gazla, kamuya ait vapura binerken, farklı bir dil konuşan insanları, itmeyi-kakmayı; bağırıp çağırmayı doğuştan gelen ilahi hak olarak benimsiyoruz.

Bugün de,

Emek vermeden sofralarımıza indirilen; oradan buradan ceplerimize, hesaplarımıza akıtılan paraların kaynaklarını sormayı unuttuk veya bilmek istemedik.

Tuhaf dünya… Fazlasıyla tuhaf…

Bu sorunların çoğunun temelinde, bugünün veya yarının maddi gelirlerini kendimize zimmetleyebilme arzusu yatıyor. Açgözlülük, insanoğlunun gözünü fazlasıyla karartmış! Her tarafta…

Birçok sosyal grubun temel insan haklarından dahi mahrum kaldığı; örneğin, dünyanın en zengin ülkelerinde, nüfusun hatırı sayılır bir kısmının hala sokaklarda yaşadığı ve sistemin tamamen dışında kaldığı; barınma ve gıda sıkıntısının, en temel sorun olduğu bir dünyada; çocuklarımız yaşama tutunmaya çalışacak!

Haksız ve acımasız rekabet, servet ve gelir adaletsizliği, yaygınlaşan yoksulluk, doğumdan-ölüme süren fırsat eşitsizliği; teknoloji, bilim ve iş yaşamındaki ilerlemeye rağmen hala birçok durumda düzeltilemeyen çalışma şartları, sosyal güvenceden tamamen mahrum çalışanlar… Aynı ülkenin iki farklı bölgesinde, uçuk iki farklı örnek bizi artık pek şaşırtmıyor…

Özellikle de en gelişmiş ülkelerdeki, bir tarafta asgari ücretle (bazen de altında) çalışmak zorunda kalan nüfusun önemli bir kısmı, diğer yanda asgari ücretin yüzlerce katı kazanan CEO’lar, üst düzey yöneticilerin olduğu çok uçuk farklar gösteren maaşlar…

Eğitim, sağlık, güvenlik ve sigorta gibi temel hizmetlere, özellikle de en düşük gelir seviyesine sahip grupların, eşit erişim hakkı; geliri nispeten yüksek işlere ve makamlara eşit erişim hakkı, işe yerleşimlerde liyakatin garanti edilmesi hala önemli, daha önemlisi temel sorunlar…

Örneğin, eşitsizliklerin sürekli arttığı ABD’de yapılan araştırmalar, aile gelirleri ile üniversitede okuma arasında güçlü bir pozitif ilişki olduğunu gösteriyor. Özellikle de Fransızların Anglo-Sakson diye tanımladığı ABD ve İngiltere (hatta Avustralya ve Kanada) gibi batılı ülkelerde, kaliteli eğitime erişimdeki eşitsizlikler daha yaygın. Bu ülkelerdeki, özel veya paralı eğitimin payı (%60’larda) da oldukça yüksek. Öte yandan, eşitsizliklerin daha sınırlı olduğu İskandinav ülkeleri ve kıta Avrupa’sında ise bu oranlar %10’lara kadar düşmekte.

Geliri yeniden dağıtacak sosyal refah uygulamaları bu yüzden önemlidir.

Ancak, ilerleme yolunda çok fazla yol alındığından bahsetmek zor. Örneğin, Batı dünyasının genelinde, II. Dünya Savaşı sonrasının 1940’larından, son liberalleşmenin başladığı 1970’lere kadarki süre zarfında, %60 ile %95’li seviyelere kadar çıkan gelir vergileri; üst gelir grupları için, bugün, %35 ile %60 seviyelerinde seyrediyor. 2008 krizi sonrası da ciddi bir artış söz konusu değil.

Modern uluslar, bu temel sorunlara pek çözüm bulabilmişe benzemiyor. Daha muhafazakâr görüşler ise, devletin denetleyici ve düzenleyici rolünün yanında; bireylere ve topluma da önemli sorumluluklar yükler.

Yeni dönemde bu alternatif bakış açısı mı daha baskın olacak? Devlet mi rolünü artıracak?

Salgın sonrası

Salgın sonrası dünya nasıl olacak?

Salgın sonrası yeni normal nasıl olacak?

Yeni normal, sosyal adalet, iktisat politikaları ve özellikle de sosyal refah devleti uygulamaları noktasında ne ifade ediyor?

Küresel salgın, sosyal refah uygulamalarının doğasını değiştirecek mi?

Ya da sosyal devleti tamamen yok mu edecek?

Sosyal devletler, kamu otoritesi olmanın verdiği ayrıcalıkla, elinde tuttuğu araçlarla sosyal ve ekonomik yaşama müdahale ederek; sosyal, kültürel, ekonomik gibi farklı alanlarda doğrudan veya dolaylı müdahalelerle adil düzenin etkin kılınmasını amaçlar. Sosyal adalet, fırsat eşitliği, adil gelir dağılımı, yoksullukla mücadele, servet eşitliği, sosyal risklere karşı güvence ve iktisadi eşitliklerin sağlanmasında kritik roller üstlenirler.

Sosyal devlet, emeğin hak ettiği geliri alabilmesi, sürdürülebilir büyüme, kriz yükü ve risk paylaşımı, iyi işleyen yeniden dağıtım mekanizmaları, evrensel temel gelir, sosyal destekler, aşırı yüksek faiz ve haksız kazanç yasağı ve daha adil vergi sistemleri aracılığıyla; sosyal adaletin, fırsat eşitliği, adil gelir dağılımı, yoksullukla mücadele, servet eşitsizliği, sosyal risklere karşı güvence ve iktisadi eşitliklerin sağlanmasını amaçlar.

Sosyal güvenlik, sosyal refah, sosyal hizmetler ve sosyal adalet gibi hedeflerin gerçekleştirilmesi için fayda sağlayacak sosyal politikalar; kültürel, sosyal, ekonomik ve hatta siyasal hakların elde edilmesi ve korunması noktasında devlete önemli görevler yükler. Bu da iktisattaki Keynezyen ekolün devlet merkezli yeni ekonomi modelini akla getirir.

Refah devletlerinin, liberal, sosyal demokrat veya muhafazakâr versiyonları gayet mümkündür. 17. yy’in İngiltere’si (Poor Law), 19. yy Almanya’sı (Bismark’ın sosyal güvenlik uygulamaları), liberal veya sosyal demokrat refah devleti uygulamaları noktasında önemli dönüm noktaları oldu. Sanayi devriminin endüstrileri de zaman içinde önemli kazanımlar sağladı.

Ancak, daha çok genç nüfus ve üretim faktörlerinden alınan vergiler üzerine yığılan sosyal demokrat ve liberal modelin refah devleti uygulamaları; nüfusun yaşlanması ve salgın sonrası gerileyen üretim derken, ciddi bir yara almış görünüyor. Devlet, bunu kompanse etmek için vergileri artırabilecek mi? Ya da zekât gibi alternatifler bu açığı kapatabilecek mi?

Türkiye Katılım Bankaları Birliği’nin (TKBB) 2019 verilerine göre, %99’u Müslüman Türkiye’nin yıllık zekât potansiyeli tam 55milyar $. İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) verilerine göre de İslam ülkelerinin yıllık zekât potansiyeli de tam 10 trilyon dolar.

Sosyal ve ekonomik adaletin bir nebze sağlanması noktasında, bu potansiyelin pek de etkin çalışmıyor oluşu da ayrı bir sorundur. Telkin ve yönlendirmeler, dini yükümlülükler veya manevi huzur, geçen yıllar olduğu gibi, bu trendi pek değiştirecek veya bu potansiyeli harekete geçirecek gibi değil.

Belki salgın, bu eşitsizlikleri tekrar düşünme fırsatı verir…

Salgın sonrasının yeni dünyası nasıl şekillenecek? Devletin rolü artacak mı? (Stiglitz ve Keynez) Yoksa, devlet, her şeyi görünmez bir ele mi bırakacak? (Smith ve Hayek) Devlet, vatandaş ve piyasa yeni bir toplum sözleşmesine mi ihtiyaç duyacak? (Stiglitz ve Rousseau)

Salgın sonrasının yeni normali;

Evrensel temel gelir, daha adil vergi sistemleri, adil gelir dağılımı, fırsat eşitsizliklerini giderme; sosyal refah, sosyal adalet, sosyal hizmetler ve sosyal güvenlik noktasında atılacak adımları, daha genel anlamda da yeni dönemin sosyo-ekonomik politikalarını nasıl değiştirecek hep birlikte göreceğiz.

#SosyalAdalet #SosyalDevlet #RefahDevleti #AdilDüzen

Kalkınma Vizyonu ve Yerel Fırsatların Etkin Kullanımı

30 Thursday Jan 2020

Posted by biba in Ekonomi

≈ Leave a comment

Küçük Anadolu şehirlerinin, deniz ile doğrudan bağlantısı olmayan; dağlık ve zorlu coğrafyaya sahip şehirlerin çıkış yolu nedir? Yerelden kalkınabilmek için muhtemel kurtuluş reçeteleri nelerdir? Hangi alanlarda rekabet avantajı kazanabilir, hayatta kalmaya devam edebilirler? Bir bütün olarak kitap ve kitabın farklı bölümleri, tüm bu sorulara ve daha fazlasına kafa yoracak; ve basit, anlaşılabilir öneriler sunmaya çalışacak. 

Ülkeler arası rekabetin dahi, kentler arası rekabete dönüştüğü yeni bir yüzyıl ve farklı bir dönemdeyiz. Doğrusu, tarih boyunca da kentler, ülkelerin gelişmesi ve kalkınmasında hep kritik önem arz-etmişlerdir. Gelecekte de her anlamda şehirler arası rekabetin sürekli artacağı yeni bir döneme giriyoruz. Esnek çalışma koşullarının önem kazanacağı ve yetenek avının daha çetin olacağı bu yeni dönemde; kalifiye işgücünün kapılması kadar önemli bir konu da bu işgücü daha esnek hareket etme gücü kazanacak, üretimin ve şirketlerin merkezi konumları da önemli birer tartışma konusu olacaktır.  Kalkınmadan daha fazla pay almak için, şehirler arası rekabet artacaktır. Yaşam kalitesi, sundukları fırsatlar, teknoloji ve çevre dostu, akıllı şehirler daha çok ön plana çıkmaya başlayacaklardır.

Şehirlerin gelişmesi; insan hayatına yeni değerler katan, daha yaşanabilir ve ekonomisi güçlü; sağlık, eğitim, kültür ve hatta ulaşım altyapısı oturmuş yeni ve modern şehirlerin kurulması da gün geçtikçe daha fazla önem kazanmakta, daha sıklıkla tartışılmaktadır. Kentlilik bilincinin yeniden oturtulması, şehirlerin, bölgesel, ulusal ve hatta uluslararası alanda cazibelerini artırmak için yeni bir soluğa, yeni bakış açılarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Önemli ve unutulmaması gereken bir husus, örnek modern ekonomilerde bahse konu bu ekonomik kalkınma ve dönüşüm hep yerelden başlar. Köyler, kasabalar, şehirler ve bölgeler geliştikçe, ülkeler de, ülkelerin içinde bulundukları coğrafyalar ve bölgeler de adım adım gelişir ve yeni birer refah havzalarına dönüşürler. Bu bakış açısı ile, yeni dönemde politika uygulamalarının başarısı için, kalkınmanın yerelden başlaması gerektiği ilkesinin ve genel prensibinin, ülkenin her tarafında; tüm paydaşlar, kurumlar, STK’lar ve iş dünyası ile paylaşılması ve tüm bu paydaşlarca da ortak bir ilke olarak kabul edilmesi önemlidir.

Yerel fırsatlar ve yerelden kalkınma kitabımız; Bingöl gibi küçük Anadolu şehirlerinin kalkınma ve gelişme sürecinde çıkış yollarını irdeleyen ve bu doğrultudaki yeni fikirler ve farklı tecrübeleri daha geniş kitleler ile paylaşmayı; bu konu bağlamındaki yerel ve bölgesel bilgi birikimine katkıda bulunmayı amaçlayan ciddi bir emeğin ürünüdür. Bu kitabın, özellikle de küçük Anadolu şehirlerinin kalkınması konusu bağlamında, alanındaki nadir kitaplardan biri olduğu inancındayız. Kitap, alanında uzman birçok akademisyen, uzman ve girişimcinin pratik uygulamalarını, farklı tecrübelerini ve önerilerini genel bir çerçeveye (yerel fırsatlar yoluyla yerelden kalkınma) oturtmaktadır. Kitabın muhtemel okuyucu kitlesi yerel ve ulusal kurumlar, özel sektör, STK’lar ve kalkınma konusuna ilgili duyan akademi olacak.

Bu kitabı, benzer diğer yayınlardan ayıran temel özelliği, yerelden kalkınmaya ve küçük Anadolu şehirlerinin hikayesine; bu şehirlerin sundukları yerel fırsatlara, çıkış yollarına odaklanması kadar, iktisadi gelişim ve kalkınma ile ilgili farklı alanlardan, yeni fikirleri ve çözüm önerilerini bir araya getiren kapsamlı duruşudur. Küçük Anadolu şehirlerinin tecrübeleri, ihtiyaçları ve öneriler konusunda uzman, farklı alanlar ve şehirlerden birçok akademisyenin tecrübeleri ile ortaya çıkan önemli bir baş-ucu kitabı olma niyetindedir.

Kitap, bölgesel kalkınmaya ve daha genel anlamda da kalkınma konusunda uygulanabilecek pratiklere yeni bir bakış açısı kazandırmaktadır. Bu bağlamda, kitabın ana fikirlerinden biri de şudur; Bingöl gibi küçük Anadolu şehirleri, modern gelişmiş büyük sanayi şehirleri gibi ağır sanayi ve savunma sanayi gibi büyük sektörlerin aksine; katma-değeri yüksek, emeğe dayalı, tarım ve hayvancılık ile arıcılık ve turizm gibi farklı sektörlere odaklanarak, buralarda rekabet avantajı kazanmaya çalışabilirler.

Bu kitabın ortaya çıkışı da önemli bir açığın ve toplumsal ciddi bir ihtiyacın sonucudur. Kalkınma konusunun, özellikle de gelişmiş ülkelerde; yerel kalkınmadan bağımsız düşünülemediği gerçeğinden hareketle, Türkiye’de de, son dönemin gelişim ve dönüşüm hamlesine paralel olarak, yerelden kalkınma fikrine daha fazla önem verilmesi gerektiği inancındayız. Bu amaçla da, bu kitap vesilesiyle, yerel kalkınma fikrini yeniden düşünme gereğine ve bu yükselen trende daha fazla kesimin ilgi göstermesi gereğine bu kitap ile tekrar dikkat çekmiş olalım istedik. 

Yerel fırsatlar ve yerel kalkınma kitabımız; aynı zamanda, 2016 yılından bu yana, Doğu Anadolu’nun kendi halinde küçük şehirlerinden Bingöl’de 2 yıl boyunca yürütülen ve birçoğu alanında ilk olma özelliği taşıyan kalkınma ile ilgili bir takım yeni akademik faaliyetlerin son halkası olarak; şehir ve ülke ekonomisine katma değer yaratma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. EkoFin haftalık konuşmalar serisi, yeni konferanslar, fakültenin uluslararası dergisi ve TÜBİTAK Destekli Yerel Kalkınma Çalıştayı gibi farklı akademik faaliyetler ile sürdürülen bu eğitim, kalkınma, sosyal ve beşerî sermayeyi artırma süreci; son halkasında, yerel kalkınma ile ilgili uluslararası bir kitap ile de bir sonraki aşamaya taşınmış olmaktadır.

Kitabımızda bir yandan küçük Anadolu şehirlerinin sunduğu fırsatlar çalışılırken; bir yandan da kalkınma hamleleri ve programlar için önerilere yer verilmektedir. Bu amaçla da bir yandan Kobilerin inovasyon stratejileri ve pazarlama problemleri analiz edilirken; diğer yandan beşerî ve sosyal sermayenin kalkınmada oynayabileceği roller araştırılmaktadır. İslam iktisadi ve finansı gibi alternatifler kapsamlı olarak incelenmekte, turizm gibi alternatif sektörler ve kalkınmanın öncü sektörleri ayrıntılı tartışılmaktadır. Göçlerin kalkınma üzerine etkileri, devlet teşvikleri gibi farklı bakış açıları; Çin gibi küresel örnekler ile EkoFin gibi yerel ve spesifik örnekler de karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.

Yerel Kalkınma ve Yerel Fırsatlar kitabı, özellikle de küçük Anadolu şehirlerinin gelişimi bağlamında ele alınan türünün ilklerinden bir kitap olacaktır. Potansiyel muhataplar ve bu kitabın okuyucuları yerel ve ulusal otoriteler ve kurumlar, STK’lar, özel sektör ve akademik çevrelerdir. Kitap projemizin biri Türkçe (küçük Anadolu şehirleri, kurumları ve insanlarının yararlanması için) ve bir başka İngilizce versiyonu (daha iyi bir akademik kitaba sahip olmak için) yayınlamayı planlıyoruz. Kitabın, yerel bazda da faydalı olması, ilgili tüm kurum ve kuruluşlara ulaşması ve amaca daha iyi hizmet etmesi için bu iki versiyonları olacak.

Book link: https://www.ekinyayinevi.com/tr/urun/kitap-yerel-yonetimler-ekin-yayinevi-kalkinma-politikalari-yerel-firsatlar-ve-yer-kalk-9786257983617

Sütaş Bingöl Entegre Tesisleri

17 Friday Jan 2020

Posted by biba in Ekonomi

≈ Leave a comment

Memleketim Bingöl’deki Sütaş Entegre Tesislerini, gazeteci Yunus Budak ve eski öğrencim, akademisyen/girişimci Naif Barut ile gezdik. Yaklaşık 1 milyar TL’ye mal olacak yatırıma ilişkin detayları aktaran, inşaat alanını gezdirerek projeyle ilgili bize bilgi veren Ziraat Mühendisi Erdoğan Yener’e; Sütaş Yem üretim grup müdürü Sn. Enver Kartal ve yine Sütaş Bitkisel üretim Yöneticisi Sn. Erdem Cevindik beylere bilgilendirmeler için çok teşekkür ederiz.

Yerli oto

07 Tuesday Jan 2020

Posted by biba in Ekonomi

≈ Leave a comment

Yerli oto ‪hayırlı olsun!

Türkiye, önemli bir hayalini gerçekleştirmiş oluyor.

Kim ne derse desin; politik bakış açısından bağımsız olarak, gerekli ve yerinde bir adım oldu. Makro büyümenin, mikro temellerini sağlamlaştırmak, büyümeyi genele yaymak; yan sanayisi ile birlikte ekonomiye ivme kazandırmak, önemli bir ithalat kaleminde dışa bağımlılığı düşürmek, kayda değer bir teknolojiyi ve üretim sektörünü ülke ekonomisine kazandırmak için bu kanalın da kullanılması önemliydi.

Bir dönem Avrupa’nın en büyük 6. üreticisi konumunda kadar yükselen Türkiye; 1 milyonun üzerinde üretim rakamı ile, bugün, dünyadaki ilk 20; Avrupa’nın ise ilk 10 en büyük araba üreticisi ve 8. en büyük araç pazarı olarak, sonunda, kendi arabasına sahip oldu.[1]

Böylelikle, özel bir girişim olan Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu (TOGG) kamunun da ciddi desteği ile tarihi bir adım atmış oldu.

(Nispeten daha sınırlı da olsa, yan sanayi ile birlikte) On binlerce yeni iş kapısı da sağlayacak, bu 20 milyarlar dolarlık yeni yatırım, Türkiye’ye hayırlı olsun.

Hem ihracat ile, dış açıkların düşürülmesi; hem istihdam ile yeni iş kapılarının açılması sağlanmış olacak. %60-70’lik önemli bir yerlilik oranı ile teknoloji geliştirilmiş olacak, katma değer üretimi bir bütün olarak artacak ve ihracatta da katma değerin artırılması sağlanmış olacak…

Sürdürülebilirlik ve küresel piyasalarda rekabet avantajı için ise, piyasanın ihtiyaçları ve öncelikleri iyi incelenmeli; üretim ekosistemi iyi organize edilmeli ve tedarik zinciri yönetimi iyi planlanmış olmalı. Bundan sonraki süreç için de ar-ge yatırımları artırılmalı, kurumsal kalite iyi oturtulmalı ve tasarımdan motoruna kadar tüm üretim süreçleri Türkiye merkezli yürütülmeli. Türkiye, bu yeni sanayi kolunda teknoloji ihraç eder konuma gelmeyi hedeflemelidir.

Ancak bu yeni sürecin finansmanı da çok iyi planlanmalı…[2]

TOGG CEO’su Mehmet Gürkan Karakaş beyin, biz bir araba şirketi değiliz; yüksek teknoloji ürünü yeni bir araçtan bahsediyoruz deyimini önemsedim.

Teknoloji yoğun, internete bağlı; yeni nesil bu araçlar, yeni dönemin ihtiyaçları düşünülerek ortaya konmuş önemli bir projeye benziyor…

Öte yandan, böylesine ciddi bir projede, ciddi bir kamu desteği olmadan, başarmayı bırakın, hayatta kalmanın mümkün olmadığı da su götürmez bir gerçek. Bu yüzden de bizzat Cumhurbaşkanlığının desteği oldukça önemli idi. 60 yıl önceki Devrim, 54 yıl önceki Anadol gibi örneklerin ve ciddi emeklerin tarihin tozlu sayfalarına çabucak karıştığı düşünülürse, devletin doğrudan proje bazlı desteği ve alım garantileri de bu projenin başarısı ve sürdürülebilirliği için çok çok önemlidir.

Daha önce başlayan, ancak üretimine son verilen Devrim ve Anadol gibi kısa ömürlü girişimlerin ardından; Türkiye, 2022 yılı sonu itibariyle, mevcut durumda kendi arabasını üretebilen 23 dünya ülkesinden biri olacak.[3]

Türkiye, stratejik konumu, büyük pazarı; ucuz ancak beşeri sermayesi yüksek üretim kapasitesi ile büyük oranda dışarıya bağımlı olduğu bir önemli araçta daha bağımlılığını kırma yolunda…

Yerli ve milli bir otomobil üretebilmek, Türkiye için, bölgesel ve küresel bir oyuncu olmanın da anahtarı konumundadır. Büyük bir ekonomi; küresel önemli bir oyuncu olmak için; yerli, güçlü markalara da ciddi ihtiyaç var…

Tesla gibi küresel büyük oyuncuların önemli bir rekabet avantajı yakaladığı bunun gibi yeni ve stratejik alanlarda küresel bir oyuncu olacak Türkiye, küresel siyasetteki konumunu da güçlendirmiş olacaktır…

Yerli oto, cari dengenin düşürülmesi; dış açıkların azaltılması ve ekonomik bağımsızlık için de kilit önemde, kayda değer bir girişimdir.

Bu vesile ile de, yerli oto için henüz resmi talepler toplanmadığı için; bloğum üzerinden bir talepte de ben bulunmuş olayım istiyorum.

Yerli oto, Türkiye’ye ‪hayırlı olsun!


[1] Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin (ODD) Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği (ACEA) verileriyle hazırlanan “2018 yılı Avrupa Otomotiv Pazar Değerlendirmesi” raporu

[2] Bağış, B. (2019). “Yeni Dönemin Finansman Araçları”, SETA Analiz, No 294. ISBN: 978-605-7544-82-7.

[3] https://tr.euronews.com/2019/12/26/dunyada-hangi-ulkeler-kendi-otomobilini-uretiyor

Petrol fiyatları neden geriliyor?

19 Tuesday Jan 2016

Posted by biba in Ekonomi, enerji, finance

≈ Leave a comment

fiyat_petrol

Petrol fiyatları, 2014 yaz döneminden bu yana düşüş eğiliminde. Ham petrol, %70’in üzerinde düşüş ile son 12 yılın dip seviyesinde.[1] Ancak, bu düşüş eğilimi petrol ile sınırlı değil elbette; tüm emtia fiyatlarında gerileme söz konusu. 2011 sonrası, Çin gibi ülkelerden gelen zayıf global talep nedeniyle, emtia fiyatlarında ortalama %50 düşüşler gözlemlendi. Son bir haftada ise İran’a yaptırımların yakın zamanda kalkacağı beklentileri ile petrol fiyatları ~%10 geriledi.

Petrol fiyatları, Haziran 2014’e dek (arz ile ilgili endişeler ve politik risk kaygılarıyla) yükselirken; son dönemde, arz fazlasının etkisiyle gerilemeye başladı. Burada, temel sorunun global arz fazlasında, yani petrol arzının talepten fazla olmasında yattığını anlamak önemli. Ancak, arz ile talep arasındaki bu fark, arzın artmasından değil; talebin gerilemesinden kaynaklanıyor. Asıl tehlike unsuru da burada. Sadece arz artışından bir fark söz konusu olsaydı, bu durum, dünya ekonomisi için olumlu bir işaret olurdu.

Mikroekonomi derslerinde, ekonomi öğrencilerine anlatıldığı üzere; belli bir ürünün arz ve talep eğrisini göz önüne aldığımızı düşünelim. Arz ve talep eğrileri üzerinde hareket veya bu eğrilerin yanlara kaymasından, belli bir ürünün fiyat ve miktarında ne kadar değişim yaşandığını anlarız. Burada, petrol ürünü için de; shift eden (yani kayan) arz eğrisi değil, içeri doğru kayan talep eğrisidir. Bu da, tüketilen petrol miktarı gibi, petrolün fiyatını da düşürmektedir.

Sözü edilen talebin arza oranla zayıf olmasını, 2008 krizi ve 1990 ortası Asya Krizi’ndeki gibi, bir kriz habercisi olarak görenler de mevcuttur. Bundan su aşamada emin olmak zor; ancak, bugünkü zayıf seyrin sadece petrolde değil; tüm emtia fiyatlarında geçerli olduğu kesin.

Petrol, artık sudan ucuz

Malum, petrolün varili 30$ eşiğinin altına indi. Bir varilde, 159 litre petrol olduğu ve her varilin de 30$ (1$, 3,03 dolardan; toplam 91 lira) olduğu varsayımı altında, petrolün (vergi öncesi) Türkiye sınırları içindeki fiyatı 57 kuruş seviyelerine iniyor.

1 şişe suyun market fiyatı da, 75 kuruş ile 1 lira arasında değiştiğinden; petrol, bu durumda, ülke sınırları içinde, resmen sudan daha ucuz olmuş oldu.

Petrol fiyatları neden geriliyor

Bu noktada merak edilen önemli bir soru da, petrolün neden ucuzladığıdır. Elbette, bunun çeşitli nedenleri olabilir. Arzın (talebe oranla) yüksekliği, petrole olan talebin zayıflaması ve güçlü doların hepsi petrol fiyatlarını belirleyen temel etkenlerdir. Her şeyden önce, teoride, petrol fiyatlarını belirleyen aşağıdaki 3 önemli faktördür:

  • Arz: jeopolitik riskler, hava durumu, konjonktürel üretim ile taşınma (ve taşıma maliyetleri) gibi faktörlerden etkilenir.
  • Talep: dünya genelindeki talep ve özellikle de Çin ve Hindistan gibi büyük petrol ithalatçısı ülkelerdeki ekonomik gidişata bağlı.
  • Ve beklentiler: geleceğe yönelik beklentiler ve OPEC kararları, Fed faiz kararları gibi unsurlardan etkilenir…

Daha özelde ise, son dönemin fiyat hareketini aşağıdaki nedenlere bağlamak yanlış olmaz;

  • Petrol arzının %40’ına hükmeden (ancak kanıtlanmış rezervlerin de %80’ine sahip) OPEC içindeki politik çekişmeler ve petrol kartelinin arzı düşürmeye yanaşmaması,
  • OPEC üretiminin 3’te birini tek başına gerçekleştiren Suudilerin ve ortakları Körfez ülkelerinin, petrol fiyatlarını düşürerek; İran ve Rusya gibi siyasi rakiplerini zor durumda bırakmak istemesi,
  • Çin ekonomisinin zayıflamasının: petrol dahil, tüm emtia fiyatları üzerinde aşağı yönlü baskı oluşturması,
  • Çin dışı global büyüme rakamları da düşük; dolayısıyla da küresel talep yetersiz,
  • İran yaptırımlarının kaldırılacağı beklentisi ve İran’ın (fiyatların düşüşünü de göz önüne alarak) arzını daha çok artırmasının kısa vadede petrol arzını daha da artıracağı gerçeği,
  • Irak ve Libya gibi ülkelerin arzlarının, tüm jeopolitik risklere rağmen hala yüksek seyretmesi,
  • Fed faiz artışının GOÜ’lerde (Gelişmekte Olan Ülkeler) meydana getireceği etkiler ve doların değer kazanması,
  • ABD’nin alternatif kaynakları (kaya gazı) ve artan üretimi ile dış dünyaya bağımlılığının azalması,
  • Son dönemde üzerinde durulmaya başlanan bir diğer önemli faktör de, alternatif teknolojiler ile petrole talebin azalmaya başlaması,[2]
  • ABD’de, petrol ihracatı yasağını kaldıran yeni düzenlemelerin ardından; ABD’nin global arz dalgasına katılması, sınırlı da olsa fiyatlar üzerinde aşağı yönlü baskı oluşturan bir başka unsur,[3]
  • Yüksek sayılabilecek stoklar da bir diğer önemli unsur,

Ucuz petrolün olası etkileri

Petrol fiyatları, büyümeden enflasyona, bir çok makroekonomik parametrenin en önemli belirleyicilerinden biridir. Petrol fiyatlarının gerilemesi, risk iştahını olumsuz etkiler. Ülkelerin borç dinamiklerini ve dış talebini de doğrudan etkiler. IMF’nin bir çalışmasına göre ise petrol fiyatlarında yaşanan %25’lik gerileme, global büyümeyi %0,5 – %1,2 artırma potansiyeline sahip. Petrol fiyatlarındaki gerileme, enflasyon beklentilerini de düşürür. GÜ’ler (Gelişmiş Ülkeler) zaten deflasyon riski altında. Gerileyen petrol fiyatları bu olumsuz trendi daha da bozuyor. Yukarıda bahsi geçen IMF çalışması, aynı miktar gerilemenin global enflasyon trendinde de, %0,5 ilâ %0,9 gerilemeye neden olduğunu gösteriyor. Özellikle de son 1,5 yılda GÜ’lerde bu etki daha belirgin hissediliyor.

Düşük petrol fiyatlarının, doğal olarak, bu endüstriye yatırımları da azaltması beklenir. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre petrol endüstrisine yatırımlar, gerileyen petrol fiyatlarına paralel olarak, 2015’te %20 geriledi. Bu düşüş trendinin 2016’da da devam etmesi bekleniyor. IMF’nin hesaplamalarına göre, yatırımlardaki %1’lik düşüş, petrol arzının 5 yıl içinde %0,4 gerilmesine yol açıyor. Bu durumda, ileride arz eksikliği sorununun baş göstermesi beklenir. Arzın azalması, petrol fiyatlarının dip seviyesinden tekrar yukarı çıkması sürecini tetikleyecektir.

Ülke bazlı etkileri söz konusu olduğunda ise, petrol fiyatlarındaki gidişatın, hem petrol ihraç eden ülkeleri hem ithal eden ülkeleri önemli derecede etkilediği vakıadır. Ancak, gerileyen petrol fiyatlarının, farklı ülkelerde, farklı etkileri gözlenir doğal olarak. Bu etkiler bağlamında, ülkeleri, petrol ihraç edenler ve ithal edenler diye ikiye ayırabiliriz. Olumsuz etkilenmesi muhtemel petrol ithal eden ülkeleri de, hazırlığını yapanlar ve hazırlıksız yakalananlar diye ikiye ayırmak mümkündür.

Ucuz petrol, petrol ihracına bağımlı Körfez Ülkeleri (KIO), Rusya ve OPEC üyesi MENA ülkeleri için önemli bir risk faktörüdür. Bu ülkelerin bütçe ve finansal piyasalarında düşük petrol fiyatının etkileri derinden hissediliyor. Bunun yanı sıra, Rusya’nın petrolü çıkarma maliyeti çok yüksek iken; Suudi Arabistan’ın çıkarma maliyeti ise 5-6$ ile en düşüklerden biridir. Bu yüzden de; petrol fiyatlarındaki gerilemeden olumsuz etkilenen ülkelerin başında, en fazla petrol ihraç eden ülkelerden Rusya yer alır.[4] Önemli petrol ihracatçılarından Irak hükümetinin de, devlet memurlarının maaşlarını dahi ödemeyecek duruma geldiği söyleniyor. Elbette bunda, aylık 4 milyar doları bulan memur maaşlarının etkisi çok.

Diğer yandan, petrol ihracatına büyük oranda bağımlı olan Venezuela, Brezilya, Nijerya ve Angola gibi ülkeler de en çok olumsuz etkilenen ülkeler listesinin başlarında… İran ise, zaten yaptırımlarla karşı karşıya olduğu için; olumsuz etkiler sınırlı kaldı. Ancak, yaptırımlar sona yaklaşırken; İran’ın, petrol ihracatını yükselterek, fiyat düşüşünü telafi etmesi ihtimali konuşuluyor. Bundan yola çıkılarak, İran ve Rusya gibi, petrolün en büyük üreticilerinden ve petrole en bağımlı batının iki önemli rakibi, ABD tarafından cezalandırılıyor gibi de düşünülebilir.

ABD hem üretici, hem tüketici bir ülke olarak ortada duruyor. Ancak, ABD ekonomisine has özel bir durum, petrol üzerindeki vergilerin düşüklüğü nedeniyle; petrol fiyatlarındaki hareketler, perakende fiyatlara doğrudan yansır. Son dönemdeki fiyat düşüşünün de, tüketicilere doğrudan yansıyarak ekonomiyi ve iç talebi canlandırdığı ve tasarrufları da olumlu etkilediği tahmin ediliyor.

Petrol fiyatlarındaki gerilemeden olumlu etkilenen ülkeler grubu ise AB, Çin ve Hindistan gibi önemli ithalatçı ülkeler ve Türkiye gibi diğer GOÜ’lerden oluşur. Türkiye’nin petrol ithalatçısı bir ülke olarak; petrol fiyatlarındaki gerilemeden önemli oranda faydalanması beklenirdi. Ancak, pratikte, özellikle de kur seviyesindeki oynaklık nedeniyle, tüketici bu düşüşü henüz hissedemedi. Türkiye’de TL’nin USD karşısındaki değer kaybı; petrol fiyatlarındaki gerilemenin tüketiciye yansımasına engel oluyor. Türkiye gibi diğer GOÜ’ler de, aşırı oynak kur yüzünden bu olumlu etkiyi bir nebze kaybetmiş durumdalar. Ancak, burada, önemli bir nokta; ham petrol ithalatımızın (enerji ithalatı tutarındaki gerilemeye rağmen) miktar olarak sürekli yükseliyor oluşudur.

Sonuç?

Petrol fiyatları, 1990’ların ortasında; o dönemin Çin’i kabul edilen Japonya ekonomisindeki daralmanın da etkisiyle 10$ seviyelerine kadar inmişti. Tekrar, aynı senaryonun gerçekleşmesi zor bir ihtimal. Ancak 1,5 yıl önce, 110$ üzerindeki seviyeler göz önüne alındığında, petroldeki bu denli düşüş önemli.

Son dönemde, aralarında Goldman Sachs, Citigroup, Morgan Stanley gibi etkili uluslararası yatırım bankalarının da olduğu bir çok finansal kurum; 2016’da petrol fiyatları için 20$’ları telaffuz etmeye başladı. İran ve Suudi Arabistan arasındaki çekişme de hesaba katıldığı zaman, petrol fiyatlarının tedrici olarak 20$/varil seviyelerine inmesi hayal olmaz.

Ancak, burada, unutulmaması gereken noktalardan biri; hiç bir şey sürekli düşmez. Belli bir alt limitin ardından, fiyat düşüşlerini müteakip, tekrar yükseliş trendi gözlenecektir. Bu Euro gibi para birimleri için de, petrol için de böyledir.

Bir diğer önemli faktör de; yukarıda da değinildiği gibi, petrol endüstrisine azalan yatırımlar… Yatırımların azalmasının, ileride, petrol arzını düşürmesi beklenebilir. Arzın azalması, petrol fiyatlarının bir dip seviyesinden tekrar yukarı çıkması sürecini tetikleyebilir.

Özet olarak, piyasadaki genel beklenti, petrol fiyatlarının, 2016’nin ilk yarısında gerilemesi ve 20$ seviyelerine dayanmasıdır. Ardından da, yaz aylarından itibaren dipten bir yükseliş trendi gözlenebilir.[5]

 

[1] Haziran 2014’teki 115 $/varil ‘den, bugün 30$/varil seviyelerinin altına geriledi…

[2] Örneğin, kaya gazı üretiminin 2007-2014 arası %100 artması (5m’dan 10milyon’a artış…)

[3] Bu sayede, WTI (Texas) tipi petrol ile daha global Brent petrol arasındaki fiyat farkı sıfırlandı.

[4] Rusya’nın hem döviz rezervleri hem varlık fonu, son donemde, ciddi düşüş gösterdi.

[5] Burada kasıt, iflaslar ve kaya gazi üretiminin gerilemesi gibi nedenlerdir. Örneğin, kaya gazi üreten şirketler petrol fiyatları yüksek iken çok kar eder, düştüğü zaman ise borçlarını ödeyemeyip batabilir.

’Stratejik Konum’un Ekonomisi

01 Sunday Feb 2015

Posted by biba in Ekonomi, enerji, Uluslararasi iliskiler

≈ Leave a comment

Tags

AB, Cari Açık, Ekonomi, Enerji, Ortadoğu, Rusya, Türkiye

Daha ilkokul yıllarında bize hep anlatılan ya da sokaklarda, hatta arkadaş sohbetlerinde hep üzerinde durulan bir hikaye vardır: Türkiye’nin jeopolitik konumu onu çok çok önemli bir ülke kılmaktadır. Nedense, çocukluktan bu yana geçen onca zamanda, bu jeopolitik önemi bir türlü göremezdim. En azından para etmiyordu varsa da böyle bir stratejik konum. Ancak, son bir kaç yılda, artık sıradanlaşan enerji boru hatları haberleri ve değişen global güç dengeleri ile bu önem gerçeklik kazanıyor.

Bu anlamda, bugün, Türkiye’nin geleceğine dair cevaplanması gereken en temel sorulardan biri (hiç şüphe yok ki) yeraltı kaynakları bakımından oldukça şanssız olan Türkiye, diğer kaynaklarını ve konumunu (daha özelde de var olduğuna inanılan stratejik konumunu) kullanarak bu şanssızlığını şansa dönüştürebilecek mi? Ben bu konuyu, spesifik olarak, kendi insanımızın refahını arttırmak için, Türkiye’nin kendi faydasını maksimizasyonu gözüyle ele almamız gerektiği kanaatindeyim.

Ekonomi bilimindeki ‘insanlar, her şartta, kendi faydalarını maksimize ederler’ düstur ya da varsayımı, onun bilim olarak gelişmesinde oldukça faydalı olmuştur. Bu sayede bireylerin tercihleri modellenebilmiştir. Benzer şekilde, ülkeler de, her fırsatta kendi faydalarını maksimize etmekle uğraşırlar. Ülkeler arası karşılıklı ilişkiler de fayda esasına dayanır. Politik bilimciler ve siyasiler bunun, ülkeler için en doğru politika olduğu fikrinde birleşmiş görünüyorlar. Nitekim, ünlü ekonomist Adam Smith, milletleri refaha götüren yolun da buradan geçtiğini iddia ediyordu. Bu, stratejik konum ve izlenmesi gereken politikalara bir ülkenin kendi faydasını maksimize etmesi gözüyle bakmak, sıkıştığımız politika darboğazından çıkış için de önemli bir yoldur. Türkiye, her bir vatandaşının refah seviyesini arttırmak için, doğru politikalarla, yine kendi faydasını maksimize etmeye odaklanmalı. Bunu yaparken de, en temel kaynağı, stratejik konumunu kullanamaması, büyük acizlik olur doğrusu.

Etrafı sorunlu komşularıyla çevrili de olsa, bu komşularıyla ilişkilerde de tansiyon hiç tükenmese de; Türkiye’nin doğusunda ve güneyinde, hatta kuzeyinde, ciddi doğalgaz ve petrol kaynakları mevcut. Dünyanın ispatlanmış doğalgaz ve petrol rezervlerinin %70’inin (doğalgaz rezervinin ise yüzde 75’inin) olduğu Ortadoğu ve Hazar coğrafyasına komşuyuz. Doğru hamlelerle hem petrol, hem doğalgazda önemli bir merkez; güçlü bir oyuncu olabilir Türkiye. Bunun yanında, merkez olamazsa da, izlenecek politikaların kazandıracağı çok şey var. Anglosakson ekolun, enerjinin üretici ve dağıtıcısını ayırma politikasıyla da gayet uyumlu olur bu politika. O yüzden nispeten kolay görülüyor.

Türkiye, global enerji sahnesinde büyük rol oynayabilir; oynamalıdır da. Nitekim, Türkiye, son donemde, sadece dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri değil, ayrıca en hızlı büyüyen enerji ekonomilerinden de biri. Kişi başına enerji tüketimi OECD ülkeleri ortalamasının altında olsa da, Türkiye enerji piyasası, ekonominin gelişmesi, nüfusun artmasın ve şehirleşme dolayısıyla hızlı bir şekilde büyüyor.

Sahip olunan bu konumu kullanabilmenin, enerjide söz sahibi olmanın niye bu kadar önemli ve öncelikli olması gerektiği sorgulanabilir haklı olarak. Enerji, Türkiye için çok önemli, çünkü, benzerleriyle sürekli karşılaştığımız aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere, dış dünyaya karşı verdiğimiz açıkların (daha doğrusu şu anki en büyük sorunumuz cari açığın) önemli bir kısmı enerji açığımız. Enerji ithalatı dışarıda tutulursa, ekonominin performansı çok da fena değil aslında. Bu sorunun önemini vurgulaması için şu örneği de ekleyeyim. Enerji Bakanı Yıldız, bir kac ay önce, “Doların 2’den 2,10 liraya çıkması bize 4 milyar dolar ek yük getiriyor” şeklinde konuşmuştu. Bu yorum, sorunun derinliği ve enerji açığının ülke ekonomisi üzerindeki etkisi hakkında daha açık bilgi sunuyor.

resim2

Resmi istatistikler, enerji açıklarının, cari açığın temel kalemi olduğunu gösteriyor. Kırmızı çizgi, enerji hariç tutulursa cari açığı; mavi çizgi güncel toplam cari açığı gösteriyor.

Sadece bu açık değil elbette enerjiyi önemli kılan. Bu konumun, uygulanacak politikaların, ve becerilebilirse, ondan faydalanmanın Türkiye ve ortakları için önemi ve katkıları çok yönlü olabilir. Örneğin, Avrupa’nın enerji güvenliğine katkı sağlanabilir. Türkiye bunun için kritik önemde bir yerde duruyor. İkincisi, kendi enerji ihtiyacını karşılayıp, dışarıya olan bağımlılığını azaltmış olacak. Politik ve güvenlik açısından stratejik bir önemi var bunun. Tarihsel olarak rekabet içinde olduğumuz İran ve Rusya’ya enerji konusunda bağımlı durumundayız hala. Üçüncüsü, ve bence en önemlisi, Türkiye, doğalgaz alım fiyatının aşağı düşmesi nedeniyle vatandaşını ucuz doğalgaza kavuşturacak. Güney’den gelecek gazın, Rusya’dan gelen gazın yarı fiyatına olması bekleniyor örneğin.[1] Dördüncüsü, politik önemi. İstanbul veya Ceyhan çok rahat önemli birer merkez (ya da enerji piyasalarındaki deyimiyle HUB) olabilir. Türkiye’nin bu sayede politik olarak eli güçlenmiş olacak.

Güney gaz koridoru diye adlandırılan ve Irak’taki Kürdistan bölgesini de kapsayan güney bölgesi, en önemli konu kanımca burada. Konunun uzmanlarının hep vurguladığı gibi, Doğu Akdeniz’deki İsrail ve Güney Kıbrıs gazı ve Kürdistan’daki (Kuzey Irak) gaz ve petrol için en uygun güzergah Türkiye. Nitekim, yeni projeler de bunu destekliyor. Bildiğim kadarıyla, Kuzey Irak’tan yeni bir boru hattı da yapım aşamasında şuan. Bu yeni boru hattının, TANAP’ın dışında, özelikle iç talebe yönelik olması planlanıyor demişti enerji bakanı. Ki, bu bizim gibi tüketiciler için iyi haber. Ancak, bu politikaların para etmesi için, bölge politikasında yaşanan değişimin de devam etmesi gerekiyor.

Bir kaç yıl önce yapımına başlanan yeni bir Erbil-Türkiye petrol boru hattı, bölge politikasında önemli bir dönüşümü ifade ediyordu. 15 Kasım 2013’te Erdoğan-Barzani görüşmesinden çıkan sonuçlardan biri de bu Kürt boru hatlarıydı. Bu boru hatlarından biri, Türkiye-Irak Kürdistanı sınırında Kerkük-Yumurtalık hattına bağlanırken, bundan bağımsız yeni bir boru hattı inşası projesi de bulunuyor. Bu sayede Erbil’den petrol ve doğalgaz uluslararası pazarlara Türkiye’den ulaşacak. Kürdistan bölgesinden ilk etapta petrol (yıllık 16milyar $’dan bahsediliyor), ardından da 2015 gibi doğalgaz ihracatı (yıllık 10milyar dolar gibi) planlanıyor. Suriye’nin kuzeyindeki petrol yatakları da bir o kadar önemli burada. Bu anlamda, Türkiye’nin Suriye politikasını da gözden geçirmesi herkesin faydasına olabilir.

Doğu’dan gelecek hatlar da bir o kadar önemli elbette. Azerbaycan’dan gelen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı ile Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı zaten aktif şuan. Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki doğalgazı, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP), Türkiye’yi bölgenin en önemli enerji oyuncusu yapacaktır. TANAP’ın transferini sağlayan Türkiye projeden yılda bir kaç milyar dolar civarında para kazanabilir. Ayrıca doğalgaz alım fiyatının aşağı düşmesi nedeniyle vatandaş ucuz doğalgaza kavuşacak.

Görüldüğü gibi fırsatlar bol, değerlendirilmeyi bekliyor. Bir enerji uzmanı, ‘20’nci yüzyıl petrol yüzyılıydı, orada treni kaçırdık. Bu yüzyıl, doğalgaz yüzyılı, hem üretim, hem sahipliğinde, hem satış, hem ticaretinde pay almalıyız.’ demişti. Umarım bunun için gerekli adımlar en yakın zamanda atılır; ülkemiz, bunu becerecek kapasitede, politikacılarımızın da bu konuda ellerini taşın altına koyamamaları için bir sebep yok. Yine, Financial Times (FT) enerji yazarı Nick Butler da, Türkiye’nin yüzyılı aşkın süredir ilk defa dünya ekonomisinde kritik role sahip olabileceğini, bunun da farklı bölgelerden yapılan petrol ve gaz ticaretinde kilit transit yolu oluşturmasından geçtiğini söylemişti. Aynı yazar, Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin önündeki en büyük tarihi fırsatın enerjide olduğunu ve “Türkiye’den geçen enerji hacmi, yakında Hürmüz Boğazı’nı aşabilir” iddiasında bulunmuştu[2].

Yabancıdan al haberi demişler. Doğru da demişler. Çoğu zaman, bizi bizden iyi anlıyor elin yabancısı. Asıl önemli soru, burada, biz kendi potansiyelimizi keşfedebilecek miyiz?

resim3

Enerji boru hatları, kaynak: Hürriyet

Umuyorum, Türkiye, bu fırsatları değerlendirir ve epeyi uzun süredir kapandığı kış uykusundan uyanır. Bu, hem bir fırsat, hem önemli bir sorumluluktur politika yapıcılar için. Diliyorum, sıkışıp kaldığımız bölünme korkusunu ve dar vizyonlu dış politikayı aşmaya devam edip; bölge ve dünya politikasında daha fazla söz sahibi oluruz. Henüz çok geç değil. Biraz aktif olmak, rekabetçi Dünya ekonomisinin parçası olmak gerekiyor. Geçmiş yüzyılın hataları tekrarlanmamalı. Dünya politikasında ve fırsatların değerlendirilmesinde aşırı cömert davranılıp, Batılı ülkelere yol gösterilmemeli.

Kaynakça:

Butler, Nick, “The Turkish Choice – Rhetoric or Relevance”, FT, erişim tarihi 02.10.2013, http://blogs.ft.com/nick-butler/2013/10/02/the-turkish-choice-rhetoric-or-relevance/.

Çandar, Cengiz, “Kürdistan Petrolü, Türkiye ve Ortadoğu Jeopolitiği”, Radikal, erişim tarihi 21.04.2013, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/kurdistan_petrolu_turkiye_ ortadogu_jeopolitigi_2-1130556.

Erdil, Merve, “Irak Gazı Rusya’nın Yarı Fiyatına Gelir”, Hürriyet, erişim tarihi 11.2013, http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25186169.asp.

Smith, Adam, Wealth of Nations, Londra: W. Strahan and T. Cadell, 1776.

Dipnotlar:

[1] Merve Erdil, “Irak Gazı Rusya’nın Yarı Fiyatına Gelir”, Hürriyet, erişim tarihi 23.11.2013, http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25186169.asp.

[2] Nick Butler, “The Turkish Choice – Rhetoric or Relevance”, FT, erisim tarihi 02.10.2013, http://blogs.ft.com/nick-butler/2013/10/02/the-turkish-choice-rhetoric-or-relevance/.

41.005270
28.976960

Subscribe

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Archives

  • March 2023
  • February 2023
  • January 2023
  • November 2022
  • October 2022
  • September 2022
  • July 2022
  • May 2022
  • April 2022
  • March 2022
  • February 2022
  • December 2021
  • November 2021
  • April 2021
  • March 2021
  • December 2020
  • August 2020
  • July 2020
  • June 2020
  • May 2020
  • March 2020
  • February 2020
  • January 2020
  • December 2019
  • November 2019
  • October 2019
  • September 2019
  • August 2019
  • July 2019
  • April 2019
  • March 2019
  • November 2018
  • October 2018
  • August 2018
  • June 2018
  • May 2018
  • April 2017
  • March 2017
  • October 2016
  • July 2016
  • January 2016
  • December 2015
  • September 2015
  • May 2015
  • February 2015
  • January 2015
  • December 2014

Categories

  • Ekonomi
  • enerji
  • finance
  • Uluslararasi iliskiler
  • Uncategorized
  • welcome

Meta

  • Register
  • Log in

Create a free website or blog at WordPress.com.

Privacy & Cookies: This site uses cookies. By continuing to use this website, you agree to their use.
To find out more, including how to control cookies, see here: Cookie Policy
  • Follow Following
    • EcoPolitics Café
    • Already have a WordPress.com account? Log in now.
    • EcoPolitics Café
    • Customize
    • Follow Following
    • Sign up
    • Log in
    • Report this content
    • View site in Reader
    • Manage subscriptions
    • Collapse this bar
 

Loading Comments...