• @bilalbagis
  • Tweets by ‎@bilalbagis

EcoPolitics Café

~ Economics, Politics, Travel, Miscellaneous… / Ekonomi, Politika, Gezi, Gündem…

EcoPolitics Café

Monthly Archives: September 2015

İstikrara mecburuz…

18 Friday Sep 2015

Posted by biba in Uncategorized

≈ Leave a comment

7 Haziran 2015 seçimleri; sonuçlarının kestirilmesi zor olmasa da, mevcut durum göz önüne alındığında, bir çok insan için sonuçlarına katlanılması oldukça zor bir seçim olarak geride kaldı. Bu neticeden ne kadar ders çıkarabileceğimiz ise, bir sonraki seçimin sonuçları ile doğrudan ilişkilidir…

Milli iradenin, 7 Haziran’da verdiği karar; sayın Başbakan’ın da dediği gibi, şüphesiz, en doğru karardır. Milletin tercihini hor görmek; demokratik kültür, medeni duruş ve en temel saygı kuralları ve anlayışı ile de bağdaşmaz. Bu doğrultuda, seçimden sonra, bazı doğu illeri için sıklıkla dile getirilen; ihanet, nankörlük gibi söylemlerin üzücü olduğunu paylaşmak isterim. Demokrasinin, halk iradesinin bir yansıması olan çok renkliliğin, saygı ile karşılanması gerektiğini seçimin hemen ardından 7 Haziran’da da belirtirken; bununla birlikte, koalisyonlarla devam etmenin, uzun vadede, ülkenin bekası için pek de hayırlı olmayacağı kanaatini paylaştığımı da yazmıştım daha önce.

Şu bir gerçek ki, AK Parti, 7 Haziran’da da yeni bir seçimden daha en büyük parti olarak çıktı. Ancak, iktidar için güçlü bir oluşumun kurulamaması, ve akabindeki belirsizlik ortamı; son 13 yılın kazanımlarını riske etme tehlikesini doğurdu. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası oluşan tablo; tek parti iktidarı, koalisyon ihtimalleri ve son dönemde çokça konuşulan ‘Başkanlık sistemi’ ile ilgili de önemli dersler de sundu. Oluşan tablo, kanımca, bir anlamda: tek başına bir iktidara ya da başkanlık sistemine mecbur olduğumuzu gösterdi…

Adaylık başvurusu yapmadım…

Bu vesile ile bana farklı fırsatlarda sürekli yöneltilen bir soruyu da burada tekrar cevaplamak isterim. 1 Kasım 2015 erken seçimleri için, yeniden bir aday adaylığı başvurusu yapmadım. Bunun iki basit nedeni var: Birincisi, bu seçim döneminde, yeniden aday adaylığı başvurusu yapmamı gerektirecek önemli ve yeni bir talep veya davet olmadı. 7 Haziran seçimleri öncesi, aday listelerinin açıklanmasından sonra da, ülkenin bekası ve huzur ortamının devamı için katkıda bulunmaya devam ettim… Bu doğrultuda, sorumluluk bilinciyle ve tüm gücümle politik istikrar ve kardeşlik projesinin devamı ve başarısı için çaba sarf-ettim. Hem İstanbul’da hem Bingöl’de; aday tanıtım ve ziyaretlere aktif olarak katildim. Seçim döneminde de, İstanbul’da koordinatör olarak görev yaptım. İkincisi, 7 Nisan’dan bu yana geçen süre zarfında; ilkin Sabancı Üniversitesinde başlayarak ve 29 Mayıs Üniversite’sinde de devam edecek akademik kariyerim ile söz verilmiş yeni kitap ve makale projelerim var.

Tekrar, baştan yeni bir başvuru yapmamış olmam, siyasetten uzak kalacağım seklinde de algılanmamalıdır. Hala, Şubat 2015’te yaptığım açıklamada belirttiğim ve aday adaylığı süreci ve sonrası savunduğum değerlerin arkasındayım. İnsanımızın hizmetinde olmaya devam edeceğim. Aday adaylığı sürecinin ilk gününden bu yana sürekli vurguladığımız gibi, adaylık açıklamaları sonrası da ortaya çıkan sonuca göre, Yeni Türkiye’nin inşası sürecinde, üzerime düşen görevi yapmaya devam edeceğim. Ülkesine ve insanına hizmet aşkıyla dolu bir birey olarak, önümüzdeki dönemde, yeni gelişmelerin ülkenin geleceğini, ekonomik kazanımları ve politik istikrarı riske atacak doğrultuda şekillenmemesini diliyorum. Ülkeme ve Anadolu’nun kadim medeniyetine faydalı olmak için, bundan sonraki süreçte de üzerime düşeni yamaya devam edeceğim.

1 Kasım yeniden başlangıçtır…

Kanımca, 1 Kasım seçimlerine de; 7 Haziran’da olduğu gibi, Yeni Türkiye hayalini gerçeğe dönüştürmek için yepyeni bir fırsat gözüyle bakılmalıdır… Malumunuz; bölgemiz ve Dünya’da, ekonomik ve politik güç dengeleri sürekli değişiyor. Bu dönüşüme, daha adil bir düzenin; daha güçlü, müreffeh, daha istikrarlı Yeni Türkiye’nin oluşumuna destek olmak elimizde. Siyasi görüşü ne olursa olsun, tüm toplumun kucaklaşması ve Anadolu insanının bağrında hep yaşattığı Yeni Türkiye hedefinin gerçekleşmesi zamanı gelmiştir.

Birey odaklı; adalet, eşitlik ve özgürlük üçlü saç-ayağı üzerine oturtulan Yeni Türkiye, insan onuru vurgusu ile daha adil ve müreffeh ülke hayaline bir nebze daha yakınlaştıracaktır bizi.

Bu bilinçle; darbe anayasasına, en zor şartlar altında ve en tehlikeli zaman diliminde dahi; her şeye rağmen, ‘hayır’ diyebilmiş cesur Bingöl örneğindeki gibi, bugünün teknolojik gelişmelere paralel; nispeten ‘daha rahat döneminde’ de aynı dirayeti ve asaleti göstererek, tüm dayatmalara ve ‘koyun gibi gütme’ çabalarına aslanlar gibi göğüs gererek ‘HAYIR’ diyebilmeli ve tarihin şeref sayfalarına adını tekrar altın harflerle yazmalıdır bu millet.

Bu vesile ile; aday adaylığı başvuru yapan ve aday listelerinde yer alacak tüm arkadaşlarımı, şimdiden, yürekten tebrik ediyorum. Bugüne kadar bize destek gösteren tüm dernek, vakıf ve diğer STK’lara; dualarını ifade eden, yol gösteren ve her zaman yanımızda duran tüm dostlarımıza ve dava arkadaşlarımıza da tekrar teşekkürü borç biliyorum.

2015 Haziran ayı seçimlerinde, ciddi bir teveccühe binaen aday adaylığı başvurumu yaptım. Seçimleri ve siyaseti, ülkeme ve insanımıza olan vefa borcumu ödemek için en kestirme yol olarak görüp; aday adaylığı başvurumu da o amaçla yapmıştım. Seçim süreci boyunca da, il il; ilce, ilce; hatta köyler boyunca gezerek hem kendimizi hem davamızı anlatmaya çalıştık. Her şeye rağmen de, seçim süreci boyunca partime hem seçim bölgemde hem memleketim Bingöl’de aktif destekte bulundum.

Siyasetin önemi…

Ülkelerin modernleşmesi, Prof. Acemoğlu ve Prof. Rodrik gibi Türk kökenli ekonomistlerin de çalışmalarında da sık sık yer bulduğu üzere, o ülkelerde ekonomi ve siyasetin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi ile paralel hareket eder. Bu açıdan, ekonomi ve siyaset: modernleşmenin iki atlısı olarak görülebilir. Ekonomi ve siyaset bir araya geldiği zaman, toplumsal hayat üzerinde çok ciddi etkileri olabilir. Sanayi devrimi öncesinde İpek Yolu’nu kontrol eden, ticaret merkezlerini birbirine bağlayan devletler büyük imparatorlukların merkezi oldular. Siyasal düzen ve istikrarla, ekonomik düzeninin dinamizmini bir arada barındırabilen bu devletler, yeni medeniyetler kurdular. Bu dönüşüme uyum sağlanamadığında ise hızlı düşüş ve daralma dönemleri görüldü.

Sanayi devrimi sonrasında kadim imparatorluklar dönemi biterken; yeni üretim araçları, siyasal düzenleri değiştirdi. İpek Yolu ticareti de parçalandı. Değişmeyen şey, istikrarlı ekonomik ve politik yapılara olan ihtiyaç oldu. Bugünün Dünya’sında da öngörülebilen ülkeler ve güven veren iktidarlar, umut vadeder ve yatırımcı çekerek daha istikrarlı, kalıcı büyüme ve güçlü ekonomiler yaratırlar. Türkiye’nin, bu anlamda, en büyük zenginliği güven ve istikrar ortamıdır. Doğrudan Yabancı Yatırım için, istikrarlı bir ekonomik ve politik sistem gereklidir. Türkiye, iktisadi gelişme ve şeffaflaşma alanında önemli reformlar gerçekleştirdi ancak 2002’de başlayan ciddi reform süreci hala devam ediyor; etmelidir de.

Türkiye’nin geleceğine dair umut veren şeylerden biri, 2015 Haziran seçim döneminde, tüm siyasi partilerin vaatlerinin merkezinde ekonominin olması idi. Bu, hiç şüphe yok ki önemli bir normalleşme işareti idi bu. Son dönemde artan terör olayları, ise, bu normalleşme ile ilgili ciddi kaygılar uyandırdı; kazanımları yeniden kaybedip, karanlık 1990’lara geri dönme korkusunu geri getirdi. Dileğim, en geç seçimin hemen ardından; yeni bir normalleşme surecine girilmesidir.

7 Haziran dönemindeki olumlu gidişata dek; Türkiye’de seçimler boyunca, muhalefet partileri genelde, kimlik ve ideoloji siyasetini yaparken; AK Parti iktidarı, kalkınma ve büyüme ile kafa yoruyordu. Muhalefetin, son seçim döneminde, ekonomiye odaklanması umut verirken; secimler sonrası göründüğü itibariyle, hala, AK Parti’nin uzun vadeli vizyon sahibi siyaset anlayışından uzak duruşu ise düşündürmeye devam ediyor. 1990’larin ‘bol keseden’ vaatlerini andıran siyaset anlayışı, henüz alınması gerek uzun bir yol olduğu gerçeğine işaret ediyor. Rehavete kapılmadan, prensiplerden taviz vermeden yolumuza devam etmeliyiz. 13 yıllık AK Parti iktidarında, bu sayede, ekonomik anlamda net bir refah artışı yaşandı. Daha yüksek profilli bir ülke imajı çizdik. Kısır iç çekişmelerden; “Şöyle bir politikanın artısı ve eksisi nelerdir? Maliyeti nedir ve yapılabilirliği nedir?” noktasına doğru gittiğimizi görmek sevindirici.

Yeni kalkınma modelimiz…

AK Parti iktidarı, 2002 sonrası dönemde, krizin ardından hayata geçirilen Neo-liberal ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nı, kalkınma ve sosyal programlarla zenginleştirerek; doğru hamlelerle daha Neo-Keynezyen hale dönüştürerek özgünleştirdi. Kemer sıkma politikalarına:

  • Altyapı yatırımları
  • Kurumların güçlendirilmesi
  • Bölgesel kalkınma projeleri
  • Savunma sanayi projeleri
  • Güçlü bankacılık sistemine geçiş reformları eklendi.

Üretim ve istihdam noktasında gelişmiş ülkeler ligine yolculuk devam ediyor. Markalaşma ve verimlilikte ilerleme sürüyor. Reel ekonomi ve küçük üreticiler, bugün, daha fazla destekleniyor. Sermaye birikiminin artırılması ve AR-GE’ye destekler, özellikle de özel sektörde, yeterli seviyede olmasa da sürüyor. Geçmişte, krizi önleme üzerine odaklanan ekonomi politikalarımızın; bugün artık, özel tasarrufların artırılması ve daha hızlı büyümeye; daha verimli büyümeye odaklanması umut veriyor. Meşhur deyimiyle, orta-gelir tuzağına (Middle-Income-Trap) düşmüş gibi görünmemek için de bu gereklidir.

Türkiye geçmişte, popülist politikaların cezasını, ya Merkez Bankası’nda para basarak veya IMF’nin kapısını çalarak çekti. Koalisyon hükûmetleri döneminde, kısa vadeli, seçim ve iktidar hırsıyla; sonu düşünülmeden hayata geçirilen politikalar; oy ve zaman kazanma çabaları, ülkenin 10 yıllarına mal oldu. Ülkenin bekası ve müreffeh ülkeler yolculuğu için, önümüzdeki dönemde öncelikle çözüm sureci ve ekonomi üzerine yoğunlaşılacak gibi görünüyor. Daha özelde de, yeni ve güçlü bir iktidarın:

  • Özellikle de bu ara daha çok ihtiyaç duyduğumuz, toplumun huzur ve refahı, daha güçlü ve müreffeh, daha eşitlikçi ve adil, daha istikrarlı Yeni ve büyük bir Türkiye hedefi ve hayaline katkıda bulunması,
  • Ekonomi politikasına yeni bir bakış açısı kazandırılması; yüksek cari açık, yetersiz özel tasarruf ve aşırı tüketim, yetişmiş insan gücü açığı ile eksikliği derinden hissedilen yapısal reformlarla, ekonomi politikasına katkıda bulunması,
  • Son donemde akamete uğrayan ekonomik büyümedeki kötü gidişatın tersine çevrilmesi,
  • Çözüm sürecinin başarıya ulaşması; barış ve kardeşliğin tesisi ve devamı, kalkınma ve refah sürecinin devamı ve sürecin, toplumca kabulü için, aktif görev alması ve yeni projeler geliştirmesi,
  • Eğitimin, çerçevesini ve kalitesini artıcı politikalar üretmesi; daha eşitlikçi bir düzen; şehirler ve bölgeler arası fırsat eşitliği için ve kalifiye iş gücü hedefi ışığında, eğitim politikası ve reformuna devam ve destek olmasını umut ediyoruz.

Özellikle de çözüm surecinden vazgeçilmesi, Prof. Acemoğlu’nun da belirttiği gibi ekonomik ve politik olarak sonuçları tahmin dahi etmek istemeyeceğimiz sonuçlar doğurabilir.[1]

AK Parti iktidarının ve AK kadroların, özellikle de ilk 2 donemde ama genelde de 2002 sonrası; Türkiye’ye ciddi kazanımlar getirdiğine inanan bir insanim. Bir çok kesimde seveni olduğu kadar, tarihteki bir çok lider gibi sevmeyeni de bol bir lider olarak Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın da bu ülke için bir şans olduğuna inanan biriyim. Bu ülkenin Sayın Erdoğan’dan faydalanması gerektiğine inanıyorum.

AK Parti iktidarı öncesi, son 50 yıllık süreçte, kişi başı gelir artışında bir nebze yol alınsa da; hem eğitim, hem sağlıkta, Türkiye, kendi grubundaki ülkelerden bayağı geride kaldı. Son 13 yılda ise, bu alanlarda, ciddi ilerlemeler sağlandı. Kurumların kalitesi ile ilgili de yol alınmaya devam ediliyor; AK Parti iktidarı döneminde bu alanda da dönüşüm tüm hızıyla sürüyor.

Osmanlı’nın tarım ağırlıklı iktisadi yapısından; Cumhuriyetin ilanını takiben yeni bir sanayileşme hamlesi ile, yepyeni bir ekonomi mucizesi oluşturulmaya çalışıldı. Çok yol alındığı şüphesiz; ancak Cumhuriyet’in başından bugüne istediğimiz noktada değiliz. AK Parti’nin son 10 yıldaki ekonomi mucizesi yol aldırdı; ancak, gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmaya henüz yetmedi. İspanya, Güney Kore, hatta Almanya gibi yeni bir iktisadi mucize örneği için en az 20-30 yıllık uzun bir dönem boyunca %5’lik büyüme hedefinin tutturulması gerekiyor. Bunun yolu da, AK Parti iktidarının yaptığı gibi trendin dışını zorlamaktan geçiyor; mevcudun dışına çıkmadan bunu başarmak da oldukça zor görünüyor.

Ekonomi bilimciler, Acemoğlu örneğinde olduğu gibi; Son 30-40 yıllık yakın dönemde ekonomistler, fiziki ve beşeri sermaye birikimi yoluyla iktisadi büyümenin, yakın dönemde, eğitim, yatırımlar ve teknolojik büyüme ile; daha uzun dönemde ise kurumsal gelişim ile pozitif ilişkili olduğu sonucuna ulaştı. Kurumsal yapının önem kazandığı uzun dönemde, ekonominin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal yapı ve ortam önem kazanıyor. AK Parti iktidarının reformlarının devamı ve kurumsal kalitenin artırılması bu açıdan önemlidir.

Secim sonucunun nasıl netleşeceğini kestirmek zor elbette; ancak nasıl olması gerektiği ile ilgili yeterince tecrübe oluştu gecen bir kaç ayda. Şurası kesin ki: ülke olarak, millet olarak siyasi istikrara mecburuz…

Yeni seçim döneminin, bölgemiz, ülkemiz ve insanımız için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Tüm aday adayı arkadaşlarımı tekrar canı gönülden kutluyor, destekliyor; tüm hemşerilerimin ve bölge insanının da aday arkadaşlarımıza aynı duygularla sahip çıkmalarını, ülkemizin geleceği; barış ve huzur ortamının tesisi adına, rica ediyorum.

Saygı, sevgi ve muhabbetle,

[1]http://www.radikal.com.tr/turkiye/prof_dr_daron_acemoglu_cozum_sureci_biterse_ekonomi_icin_felaket_olur-1409311

Advertisement

Dr. Bilal Bağış İle “Şehir ve Medeniyet” Söyleşisi

04 Friday Sep 2015

Posted by biba in Uncategorized

≈ Leave a comment

Medeniyetin minyatürü, nizamın ise görece zor olduğu insan kalabalıklarının mekânıdır şehir. Şehir, medeniyetten can bulur; büyür, gelişir ve sonrasında o medeniyete hayat verir. Medeniyetin birikimlerini muhafaza eder ve sonraki nesillere koruyarak, geliştirerek taşır.

METİN ACIPAYAM: Fikir, kaos, nizam, müessese, medeniyet, tatbikat meseleleriyle şehrin münasebeti nedir?

BİLAL BAĞIŞ: Fikrin, kaosun ve müesseselerin bolca yer bulduğu; medeniyetin minyatürü, nizamın ise görece zor olduğu insan kalabalıklarının mekânıdır şehir. Şehirler, iyisi ve kötüsüyle, topluma özgü bu kavramların ve değerlerin hemen hepsinin vücut bulduğu, dünyaya mal-olduğu yerlerdir. Özellikle de modern batı şehirlerinde, insanı kendine hayran bırakan nizam ve intizam ile; hırsızlık, kaçakçılık ve suç oranlarının yüksekliğinin eş zamanlı varlığını, bu ilişki bağlamında daha iyi anlamak mümkündür zannediyorum.

METİN ACIPAYAM: Peki, fikrin, şehir çapındaki tatbikatı için nasıl bir fikriyat ve tatbikat şekli geliştirilmelidir?

BİLAL BAĞIŞ: Fikrin mahiyeti de önemli elbette burada. Ancak, temelde, fikirlerin buluşması, şekillenmesi ve tatbikatı için bir hareket merkezi (yayınlar ile düşünce kuruluşu, dernek, vakıf gibi hareket organları) ve yaşamının devamı için de uygun bir ortam ve okuyucu kitlesi şarttır. Daha soyut, kültürel bir zenginlikten bahsediyorsak; bunun uygun bir ortamda, ortak bir mecliste dile getirilebiliyor olması önemlidir. Bu manada, üniversiteler, hatta dini cemaatler ve cemiyetler de bunun kurumsal bir yoludur. Bunun yanında, şehrin fiziki yapısına bir müdahaleden bahsediyorsak; Belediye meclisleri, halk meclisleri ve hatta ülkemize ait bir kurumsal yapı olarak kahvehanelerde tartışılabilmeli önce. Daha zengin bir sosyal yapı ile birlikte; daha uygun bir uygulama ortamı için, maddi ve manevi birikimin ve fiziksel mekân imkânlarının renkli olması da önemlidir.

METİN ACIPAYAM: Bu noktada aklıma şöyle bir soru geldi; şehirler bu denli önemli ise, şehir çapında tatbik edilemeyen bir mefkûre, tatbik edilebilir özelliğe sahip midir?

BİLAL BAĞIŞ: Zordur; ancak mümkün değildir demek de yanlıştır. Kesin bir ‘hayır’ için, bilimsel dildeki karşılığı ile, ‘çürütecek/aksi bir örnek’ bulamamak gerekiyor, ki, reddedememek için farklı örnekler mevcut. Örneğin, daha küçük bir sosyal oluşum olan ‘ataerkil’ aile yapısında, babanın sözü kesin hükümdür. Şehirde ise tek bir merciinin verdiği kararların sorgulanamaması, çok uygulanabilir, hatta uygun, görünmüyor. Ancak bunun istisnaları da yok değildir. Fakat, yine de, belli bir görüşün genel kabul görebilmesi için; en azından bir şehir ortamında uygulanması önemlidir. Bunun yanında, bir şehirde uygulanabilip; başka birinde uygulanamama durumu da olabilir elbette.

Şehirler, insanların ve fikirlerin bir araya gelmesi için uygun ortamı sağlar. Fikirler, bu mekânlarda (en azından teoride) özgürce dile getirilir. Fikirlerin inkişafından, birikimli ilerlemesinden de daha müreffeh bir medeniyete doğru yol alınır.

METİN ACIPAYAM: Peki; Fikir, insan, hayat, mekan ile şehir arasındaki münasebet ağı nedir, nasıldır?

BİLAL BAĞIŞ: Elbette pozitif bir ilişki mevcuttur; korelasyonun gücü ise sorgulanabilir. Nedensellik de çoğunlukla çift taraflı yürür… Şehirler, insanların ve fikirlerin bir araya gelmesi için uygun ortamı sağlar. Fikirler, bu mekânlarda (en azından teoride) özgürce dile getirilir. Fikirlerin inkişafından, birikimli ilerlemesinden de daha müreffeh bir medeniyete doğru yol alınır.

Şehrin devasa maddi unsurları arasına sıkışmış, daracık bir alanda dahi; fikirler, insan ve hayatlar kaynaşır, şekillenir ve hayat bulur. Ve şehrin büyüklüğüne denk de farklı fikirler gelişme imkanı bulabilir… Şehrin sunduğu farklı tatlar ve fikri altyapı ile birey, kendini aşma; bazen de kendine yabancılaşmaya doğru yol alır… Bu noktada, belki de, pozitif oluşumların (toplumun değerlerini taşıma görevini üstelenen yapıların) daha güçlü kalması önemlidir.

Her fikrin ve bireyin kendini ifade edebileceği ortamlar oluşmalı. Hürriyet ve nizamın mükemmel birlikteliği o kadar da zor değil aslında.

METİN ACIPAYAM: Sizce, ferd ve cemiyet arasındaki muvazene ile hürriyet ve nizam arasındaki muvazenenin kurulması için mekan tanziminin ve şehir tertibinin nasıl olması gerekir?

BİLAL BAĞIŞ: Fert, cemiyetin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bireysellikten, topluluğa geçilen bir ortamda, yaşamın düzenli akması için; hürriyet kadar nizama da gerek vardır. Ancak şunu da iyi anlamak gerekiyor kanaatindeyim; Karadenizli Havva Ana’nın da dediği gibi, ‘asıl olan vatandaştır, bireydir. Birey, halkın kendisidir; halk da, devlettir; devlet ve şehir, bizim sayemizde, birey sayesinde şehirdir, devlettir’. Bu nedenle, toplu yaşamın merkezinde her zaman, bireyin hayat kalitesinin arttırılması çabası olmalıdır. Ancak bu da, ferdin, istediği her şeyi yapabileceği anlamına gelmemelidir. Fert, cemiyete uyum sağlayabilmelidir. Ne fert, cemiyete; ne de cemiyet, ferde feda edilmemeli. Her fikrin ve bireyin kendini ifade edebileceği ortamlar oluşmalı. Hürriyet ve nizamın mükemmel birlikteliği o kadar da zor değil aslında.

Müslüman cemiyet, kendini apartmanlara hapsediyor; dar alanlarda zor şartlar altında yaşıyor. Cemiyet yaşamının yerini, apartman kavgaları almış durumda; doğal olarak fikirlere de pek zaman ve yer kalmıyor…

METİN ACIPAYAM: Bu anlamda; hayatın, hareket ihtiyacını ve akış ritmini; doğru ve sıhhatli şekilde kurmak için nasıl bir şehir fikri ve tatbikatına ihtiyacımız var?

BİLAL BAĞIŞ: Birlikte yaşama arzusu, ihtiyaçtan kaynaklanır. Toplu yaşamanın sinerjisinden faydalanma ihtiyacı, birey için, birlikte yaşamayı çok daha cazip kılıyor. İnsanların, sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşayabileceği; çocuklarını büyütüp hayata daha iyi hazırlayabileceği.. Ekonomik bir unsur olarak üretebileceği, deşarj olabileceği ve yeni nesilleri daha iyi eğitilebileceği tüm olanakları sağlayabilecek ‘daha kapsamlı şehirler’ fikrine ihtiyacımız var.

Binaların üst üste yığılmadığı; birlikteliğin sinerjisinin ortaya çıkarılabileceği ortamlar oluşturulmalı. Misalen, Osmanlı İstanbul’unda hatta Anadolu’da Müslüman cemiyet, apartmanlarda değil müstakil evlerde yaşardı. Kişisel özgürlük alanı daha geniş olurdu; bu sayede, hem sürekli bir arada olmanın negatif etkileri minimize edilir, hem de bir araya gelindiği zaman enerji, mutlaka pozitif bir iletişim ve topluma katkı sağlamak için harcanırdı. Bugün Batı’da olduğu gibi, toprak ve doğadaki yaşam ile bağı da kopmamış olurdu toplumun. Bugün, devran dönmüş; gelir seviyesi düşen Müslüman cemiyet, kendini apartmanlara hapsediyor; dar alanlarda zor şartlar altında yaşıyor. Cemiyet yaşamının yerini, apartman kavgaları almış durumda; doğal olarak fikirlere de pek zaman ve yer kalmıyor…

METİN ACIPAYAM: O halde, şehirler; hayatın altyapısını, insanın imkân alanını oluşturmak için nasıl bir nizami çerçeveye oturtulmalıdır?

BİLAL BAĞIŞ: Hem toplu hayatın kalitesi; hem üretim, rekabet şartları ve hayat standartlarının yükseltilebilmesi için, şehirlerin yapısı ve sunduğu olanakların iyi düzenlenmesi gerekiyor.

Şehirler, batıda, hatta komünist Rusya ve Asya’da sıklıkla karşınıza çıkabilecek ferah, geniş kamuya açık alanlar; geniş yollara, en azından 1-2 dev parka ve göze hoş gelecek yeşil bir görünüme sahip olmalı.

Doğu toplumlarının kronik problemi, altyapı sorunlarının çok geciktirilmeden halledilmesi gerekiyor. Ülkemizde son yıllarda kat edilen mesafelere rağmen henüz istenilen seviyeyi yakalamak çok uzun zaman alacağa benziyor. Şehir ve toplum; bireyi, sadece emek kaynağı ve harcama enstrümanı olarak gören modern kapitalist sistemin değersiz bakış açısı ile değil; özgür ve birikimli, şehrin asıl sakini ve sahibi bir birey olarak görmeli ve onu değerli hissettirecek bir yapılaşma öngörülmeli. Güven ve aidiyet hissi uyandırılmalı ki, birey de topluma borçlu hissedebilsin. İnsanın kendisiyle baş başa kalabileceği, deşarj olabileceği fiziksel mekânların sunulması önemli.

METİN ACIPAYAM: Bu noktada; İnsanın ferd ve cemiyet şubesiyle varoluşunu gerçekleştirmesi için nasıl bir şehir kurulmalıdır?

BİLAL BAĞIŞ: Şehirler, sadece binalardan ibaret olmamalıdır. İstanbul dendiği zaman aklımıza, şu kule, bu site değil; o etkinliğin, bu müzenin, hatta şu dergâhın merkezi gelmeli belki de. Bireyin, sosyal, kültürel ve manevi birikimini güçlendirebileceği; dünyasını idare edip, ekmeğini kazanacağı; mesleğini öğrenip, icra edebileceği; bilgi birikimine katkıda bulunacak ortamların sunulabilmesi önemli. Yine, herkes fikrini, düşüncesini istediği şekilde ifade edebilmeli. Bunu sağlayacak ortamların ve fırsatların oluşturulması gereklidir… Ancak, en az onlar kadar, hukukun üstünlüğü de önemlidir; yargı sistemi iyi işlemeli.. Bu sayede, fikir hürriyeti ve hatta can ve mal güvenliği için de güvence sağlanabilmeli. Sosyal ihtiyaçların karşılanacağı tiyatro, gösteri sahası gibi her tür talebin vücut bulacağı mekanlar olmalıdır şehirde. Kültürel aktiviteler için geniş ve farklı opsiyonlar sunulabilmeli…

Birey, deşarj olmayı ‘kaos‘ta da arayabilir.

METİN ACIPAYAM: Nizam ve hürriyetin burun buruna geldiği şehirde, her ikisini de en geniş anlamda ve alanda imtizaç ettirmek için nasıl bir şehir planlaması yapılmalıdır?

BİLAL BAĞIŞ: Öncelikle, nizam ve hürriyet gibi birbirini tamamlaması gereken iki önemli unsur, burun buruna gelmek zorunda değildir. Herkes ‘kendi özgürlüğünün, başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde bittiğinin’ farkında olursa, bu sorun büyük ölçüde aşılmış olur kanaatindeyim. Bu önemli bir kıstas. Yine, şehir planlamaları yapılırken, tüm toplumun faydalanabileceği geniş, kamu yararı sağlayan alanlara yer ayırılması (yukarıda bahsettiğimiz yeşil alanlar, geniş caddeler vs.) önemlidir; sosyal ve kültürel aktiviteler için fırsatlar da unutulmamalıdır. Bunlar olmadığı zaman, birey, deşarj olmayı ‘kaos‘ta da arayabilir.

Herkes, kimsenin kişisel özgürlük alanına girmeden; karşısındakine zarar vermeden, kimseyi rencide etmeden, her mümkün hürriyete sahip olmalı. Hürriyetler doğru ve yerinde kullanıldığında nizam da kendiliğinden oluşur.

METİN ACIPAYAM: O halde; Şehrin nizami altyapısı ile içtimai hayatın nizami altyapısı arasındaki münasebet nedir ve birbirini nasıl etkiler?

BİLAL BAĞIŞ: Şehirler, içinde yaşayan insanlarla; sosyal ve kültürel aktiviteleri ve fikri altyapısı ile anlam kazanır. Şehir ve içindeki ilmi, kültürel ve sosyal oluşum birbirlerini tamamlarlar. Sosyal, ekonomik, nizami ve güvenlik yönlerinin adam-akıllı yoluna koyulduğu bir şehirde; sosyal düzen de kendiliğinden uyum sağlar bu düzene… Örneğin, bilinçli vatandaş, sürekli olarak daha iyisini talep eder; sorunları dile getirir, hatta çözüm önerileri sunar. Bu da büyük resimde şehrin tümü için artı değer yaratmaktır. Karmaşık ve kalabalık bir şehir yapısı da, sosyal hayat kadar, insanın iç dünyasını da aynı şekilde karmaşık hale getirir. Daracık alana sıkışan insan da elbette sürekli stres ve depresyon gibi psikolojik sorunlarla boğuşur.

METİN ACIPAYAM: Peki; İnsan kalabalığını, bir mefkûreye bağlı “cemiyet” haline getirme sürecine şehrin katkısı ve etkisi nedir, nasıl gerçekleşir?

BİLAL BAĞIŞ: Bireysellikten, birlikte yaşama ve cemiyet hayatına geçiş bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor biraz önce dediğim gibi. İnsanlığın, tarih boyu yolculuğunda önemli bir dönüm noktasıdır bu. Şehir, yeni fırsatlar sunar, birlikteliği ve fikir alış-verişini kolay kılar. İş bölümü ve her tür riskin, dışsal bir şokun (hastalık, kaza, iaşe sıkıntısı; eğitim, barınma ve hatta doğal afet ve savaş gibi) sigortası ile yaşam kalitesi arttırılır. Şehir yaşamı, fikirsel etkileşim ve iletişimi kolaylaştırır. Hatta fikri altyapıya daha fazla zaman harcanmasına imkan oluşturacağı için, bağları daha da güçlendirerek; cemiyete geçişi hızlandıracaktır.

METİN ACIPAYAM: Hareketli içtimai nizam ile sabit mekan nizamı olan şehir nasıl terkip edilmelidir ki her ikisi de kendi özelliğini muhafaza edebilsin?

BİLAL BAĞIŞ: Şehir, sosyal yaşamın ve düzenin ihtiyaçlarına cevap verebilmeli; sosyal ve kültür faaliyetler ile entelektüel seviyenin sürekli yükseltilmesine fırsat vermeli, ışık tutmalı, önayak olmalıdır. Toplum ve içinde yaşadığı şehrin yaşamı, bireylerden ve bireylerin toplamından daha çok şey ifade edebilmelidir. Kitle iletişim araçlarının yoğun kullanımı da insanları ve ortak fikirleri aynı ortamda buluşturan farklı bir unsur. Şehrin, kültürel, teknolojik ve eğitim altyapısı sağlam olmalıdır. Birey, bir başına yapamadığını; yalnız iken başaramadığını, şehirde, toplum yaşamın desteğiyle gerçekleştirebilmeli ve kendini ifade edebilecek özgürlüğü yakalamalı.

Ancak, toplu yaşamın güzelliği kadar; bireyin kendisiyle (veya ailesiyle) baş başa kalabileceği ortamlar da oluşturulmalı.

METİN ACIPAYAM: Bilal bey; sizce, içinde sanat eserleri olan bir şehir mi yoksa sanatkarane inşa edilen bir şehir mi tercih etmeliyiz, ikincisini tercih edeceksek nasıl olmalı?

BİLAL BAĞIŞ: İkisi de olmalı. Ancak, birincisi ile başlarken; ikincisine, er ya da geç ulaşmalı. Yani birincisi araç, ikincisi amaç olmalıdır. Sıfırdan, yeni şehirler üretmeye çalışmanın fırsat maliyeti çok olur kanaatindeyim. Kazakistan gibi, yeni bir Astana’yı inşa edecek kadar ekstra petrol gelirimiz yok. Yapay şehirlerin, Çin’deki hayalet şehirler gibi boş kalma ihtimali de yüksektir.

Diğer yandan, sanat eserlerinin yokluğu da, çok çalışıp hiçbir şey üretememek misali, pek hoş bir imaj oluşturmaz sanırım.

METİN ACIPAYAM: Peki, sanat yapmak yerine sanatkarane yaşamayı tercih edeceksek; şahsiyet, cemiyet, hayatın tüm muhtevasına zerk edeceğimiz sanatın şehir altyapısı nasıl olmalıdır?

BİLAL BAĞIŞ: Şehir bir bütün olarak, yeni fırsatlar sunmalı; katma değer yaratabilmeli. Şehir bir anlamda, ilim yuvası olmalıdır; açık ve kapalı okullar (geniş anlamda), kültür merkezleri ve geçmişin medreseleri gibi irfan yuvalarına, bilimsel oluşumlara yurt olmalı. Eğitimin yanında, üretimin de sergileneceği mekânsal ihtiyaçlara da cevap verebilmelidir. Kültürel, sosyal, fiziki ve hatta ekonomik altyapısı sağlam olmalı bir şehrin. Ulaşım ve finans altyapısı, hem bilimin ve fikriyatın yeşermesi ve hayat bulması, hem bir eğitim ve kültür yuvası olarak, şehir fikrinin en önemli özellikleri arasındadır. Bugünün Amerikan şehirlerini; ve Avrupa’da da geçmişten bugüne, Viyana, Paris, Frankfurt ve Londra’yı diğer Avrupa ve dünya şehirlerinden öne çıkaran temel fark budur.

METİN ACIPAYAM: Şehrin tümünün bir sanat galerisi, tamamının bir irfan havzası, hepsinin bir ilim laboratuvarı, nihayet her taşının bir tefekkür sebebi ve eseri olması mümkün müdür, böyle bir şehir mefkûresi geliştirilebilir mi?

BİLAL BAĞIŞ: Şüphesiz mümkündür. Hatta gereklidir. Bilgi toplumlarında elbette mümkündür; çoğu zaman da doğal bir sonuçtur. Tarihten, aklıma ilk gelen örnek, İslam dünyasında yüzyıllar boyu eğitim ve ticaretin ana merkezlerinden biri olan Bağdat’tır. Bağdat uzun bir dönem, ilim ve irfan yuvası, ölümsüz bir şehir oldu. Şam ve Kahire; hatta Kurtuba da öyledir. İstanbul ve Kudüs de herkesin malumu zaten. Yine, Bektaşi geleneğinin vücut bulduğu Ankara ve Mevlana’nın memleketi Konya, Anadolu’da uzun dönem o rolü üstlendiler. Daha Batı’da, Endülüs, başkenti Kurtuba, Sevilla ve El Hamra’sı ile hala batıyı kendine hayran bırakır. Batı uygarlığı için de, Prag, Viyana, Sen Petersburg gibi örnekler saymak mümkündür. O uygarlığı taşıyacak, sonraki nesillere aktaracak izler barındırmalı şehir.

Şehir, medeniyetin aynasıdır. Medeniyeti, hem bir açık hava müzesi gibi izleyici ve ziyaretçiye sunar, hem sonraki nesillere aktarılmasında koruyucu ve muhafaza edici görev üstlenir.

METİN ACIPAYAM: Şehir medeniyetin küçük misali midir, aralarındaki münasebet nasıldır?

BİLAL BAĞIŞ: Şehir, medeniyetin aynasıdır. Medeniyeti, hem bir açık hava müzesi gibi izleyici ve ziyaretçiye sunar, hem sonraki nesillere aktarılmasında koruyucu ve muhafaza edici görev üstlenir. New York’a veya Şikago’ya uzaktan baktığınızda, hem bugünü hem bugüne dek süren yolculuğuyla, kapitalizmi görürsünüz. Moskova’ya tepeden bakınca Komünizmi hissedersiniz. Şam ve Kahire’de, kadim İslam medeniyetinin havasını hissedersiniz. Kurtuba ve Sevilla’ya bakınca o dönemin görkemli Endülüs ve İslam medeniyetini bugün dahi derinlemesine hissedersiniz.

Medeniyet şehri kapsar, ve şehre hayat verir, yaşatır. Şehir de, medeniyetin bir parçası olduğu gibi; onun önyüzüdür ve hayat kaynağıdır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın, İstanbul aşkına da biraz bu minvalde, bir medeniyet hayalinin parçası olarak bakmalı. Çamlıca camisini de Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin inşasını da böyle görmeli.

İstanbul’a hayat verebilirseniz, bu ülkeye bir umut; yeni bir medeniyet projesi vadedebilirsiniz.

METİN ACIPAYAM: Peki, Şehir inşa edemeyen mefkure medeniyet inşa edebilir mi, arasındaki münasebet nedir?

BİLAL BAĞIŞ: Açıkçası zor. Şüphesiz bir insan yığınını toplamak ve büyük nüfuslu bir topluluk oluşturmak çok da zor olmaz; ancak bu yığından dolu-dolu bir şehir inşa edemeyen, medeniyeti hiç kuramaz. Veya, doğal olarak büyüyen, nüfusu sürekli artan bir topluluktan; medeniyete hayat verecek bir şehir oluşturamayan, oluşturmak için çaba göstermeyen bir grubun, partinin veya topluluğun medeniyet hayali de içi boş bir hayal olarak kalır.

Buradan hareketle de, küçük bir şehri yönetemeyenlerin, büyük bir medeniyet projesini sunması inandırıcı olamaz. Türkiye örneğinde, ancak ve ancak, İstanbul’a hayat verebilirseniz, bu ülkeye bir umut; yeni bir medeniyet projesi vadedebilirsiniz.

Şehir, medeniyetten can bulur; büyür, gelişir ve sonras ı nda o medeniyete hayat verir. Medeniyetin birikimlerini muhafaza eder ve sonraki nesillere koruyarak, geliştirerek taşır.

METİN ACIPAYAM: O halde, medeniyet inşasına giden yol şehir inşasından mı geçer, şehir inşası medeniyet inşasının temrini midir, ikisi arasında nasıl bir merhale farkı var?

BİLAL BAĞIŞ: Medeniyet bir birikimi; derin bir kültürü ve yeni bir yaşam tarzını, belli bir düşünce altyapısı, bilim ve sanat ile farklı bir mimariyi ifade eder. Medeniyet inşasına giden yol, fikri ve ilmi alt-yapı kadar; (sosyal ve kültürel yapısı, eğitim organları, mali ve manevi altyapısı ile) şehirlerin inşasından ve o şehirleri birbirine bağlayacak yolların ve iletişim araçlarının geliştirilmesi ve inşasından geçer. Mal ve hizmet ile birlikte, fikirler, kültürel zenginlikler, bilgi ve birikim ile teknoloji de o yollar üzerinden taşınır ve paylaşılır. Daha sonra da o şehirleri dolduracak ilim ve irfan yuvaları oluşur ve bir entelijansiyanın varlığı gelişir.

Şehirler, yeni ve sağlam bir medeniyet yolunda büyük bir basamaktır; önemli bir ilk adımdır. Bazen tek başlarına da bir medeniyettirler, Yunan şehir devletleri ve Atlantis gibi. Şehir, medeniyetten can bulur; büyür, gelişir ve sonrasında o medeniyete hayat verir. Medeniyetin birikimlerini muhafaza eder ve sonraki nesillere koruyarak, geliştirerek taşır.

Gazeteci-yazar Metin Acıpayam

Subscribe

  • Entries (RSS)
  • Comments (RSS)

Archives

  • March 2023
  • February 2023
  • January 2023
  • November 2022
  • October 2022
  • September 2022
  • July 2022
  • May 2022
  • April 2022
  • March 2022
  • February 2022
  • December 2021
  • November 2021
  • April 2021
  • March 2021
  • December 2020
  • August 2020
  • July 2020
  • June 2020
  • May 2020
  • March 2020
  • February 2020
  • January 2020
  • December 2019
  • November 2019
  • October 2019
  • September 2019
  • August 2019
  • July 2019
  • April 2019
  • March 2019
  • November 2018
  • October 2018
  • August 2018
  • June 2018
  • May 2018
  • April 2017
  • March 2017
  • October 2016
  • July 2016
  • January 2016
  • December 2015
  • September 2015
  • May 2015
  • February 2015
  • January 2015
  • December 2014

Categories

  • Ekonomi
  • enerji
  • finance
  • Uluslararasi iliskiler
  • Uncategorized
  • welcome

Meta

  • Register
  • Log in

Create a free website or blog at WordPress.com.

Privacy & Cookies: This site uses cookies. By continuing to use this website, you agree to their use.
To find out more, including how to control cookies, see here: Cookie Policy
  • Follow Following
    • EcoPolitics Café
    • Already have a WordPress.com account? Log in now.
    • EcoPolitics Café
    • Customize
    • Follow Following
    • Sign up
    • Log in
    • Report this content
    • View site in Reader
    • Manage subscriptions
    • Collapse this bar